ENDÜLÜS’TE RAKS

Rahmetli şairimiz Yahya Kemal’in dediği gibi “Endülüs’de Raks” yapıp “gül-şal-zil” ülkesi İspanya’yı dedelerimizden asırlar sonra bir kez de biz fethetmek için yollara düştük. İberia Yarımadası ülkeleri içinde hem tarih hem de doğal güzellikleri açısından en güzel ülkelerden biri olan İspanya’yı kuzeyinden güneyine diklemesine gezerek hem kendimizi hem de eksik olan bilgilerimizi yeniledik. İspanya-Endülüs gezisini bizim açımızdan cazip kılan en önemli yer tabii ki gizem dolu havası ile Endülüs oldu. Bu bölge İspanya içinde sanki ayrı bir ülke. Müslüman-Hıristiyan inanış ve yaşam tarzının emsalsiz bir mozayiğini yansıtan bir bölge. Burayı gezerken hem ruh hem de düş dünyamız kendi içinde seyahatler gerçekleştirdi.

İşte biz bu görülmeye değer ülkeyi ve yerleri bir haftaya sığdırmaya çalıştık. Önce İstanbul’dan Barcelona’ya, sonra Barcelona’dan Granada’ya uçtuk. Her iki şehirde de birer gün konakladık. Oradan otobüs seyahati ile zeytin ağaçları ve üzüm bağlarının eşsiz güzellikleri arasından Sevilla’ya ulaştık. Bu şirin şehri de gezdikten sonra son durağımız olan Madrid’e geçtik. Son durağımız ise kürkçü dükkanı misali yaşamımızı sürdürdüğümüz İstanbul oldu.

İspanya – “Gül-Şal-Zil” Ülkesi

İspanya Türkiye kadar olmasa bile yine de büyük ve geniş bir ülke. Nüfusu 41 Milyon, yüzölçümü 504,000 km2. Dini Hıristiyan Katolik. Ülkede asgari ücret 452 Euro, ortalama ücret ise 700-800 Euro. Kişi başına düşen milli gelir 19,000 ABD Doları. Enflasyon sadece % 2.4, işsizlik ise son derece düşük seviyede. Bu ülkede işsizlik primi alabilmek için en az 1 yıl çalışmış olmak gerekiyor. Bir yıl çalıştıktan sonra 4 aylık işsizlik primi alınıyor. Çalışanlara yıl içinde 14 maaş veriliyor. Insan finans işi ile uğraşınca ister istemez ekonomik verilerle ilgileniyor.

İspanya’nın en önemli geçim kaynağı turizm ve tarım. Avrupa Birliği (AB) ne üye olmadan önce nüfusun üçte biri tarımla uğraşırken, bu oran son 10 yıl içinde azalma göstermiş. İspanya dünyanın en fazla zeytin üreten ülkesi. Özellikle AB’ne dahil olduktan sonra, AB’nin zeytin ağacı başına tarım yardımı yapacağını açıklaması sonucu üstünlüğünü İtalya’ya kaptıran İspanya, ülkeyi daha sonra baştan başa zeytin ağaçları ile donatmış. Dağ taş zeytin ağacı dolu desek abartmış olmayız herhalde. Ama buna rağmen bizde olduğu gibi sabah kahvaltılarında zeytin bulmak mümkün değil. Zeytini ya salatalarında ya da akşam yemeklerinde bulabilirsiniz.

Yemek konusuna girmişken, İspanyol mutfağından da biraz bahsetmek gerekiyor. İspanyol mutfağı ağırlıklı olarak deniz ürünlerinden oluşuyor. Özellikle kalamar, yengeç, istakoz gibi deniz ürünleri önplanda. Bir de deniz ürünlerini karıştırarak yaptıkları bir pilavları var. En meşhur yemekleri de bu zaten. Adı Palia. Bu pilav daha çok bizim domatesli pirinç pilavını andırıyor, ama tadı biraz farklı. Lokantalarında kullandıkları yağın konusu hoşumuza gitmediği için biz pizzacılara takılmayı tercih ettik. Bu arada, enteresan bir şekilde Mc Donalds, Burger King, Kentucy Fried Chichen gibi fast food restaurantları mevcut olmasına rağmen bir türlü Pizza Hut restaurantına rastlamadık. Bu da ilgimizi çekti doğrusu.

İspanya’nın dikkat çekici bir özelliği de halkın çalışma saatleri: sabah 09:00-13:00 akşam 16:30-19:30. Bankalar dahil, tüm özel işyerleri bu şekilde çalışıyor. Tatil saatlerinde tüm dükkanlar kapanıyor. Bunun da en büyük nedeni, sıcak hava ve İspanyol halkının rahata olan düşkünlüğü. Özellikle Temmuz ve Ağustos aylarında İspanya’da büyük şehirler boşalıyor, herkes tatile gidiyor. Bu nedenle, İspanya’yı ziyaret etmek için en uygun mevsim Aralık-Mayıs arasındaki dönem. İlgilenen dostlara duyurulur. Ayrıca, yıl içinde 14 gün resmi tatilleri var.

Tarihsel açıdan bakıldığında, İspanya çok zengin bir tarihsel ve kültürel zenginliğe sahip. Ülke İslam-Hıristiyan medeniyetinin etkisini birlikte yaşamış. İspanya 711-1492 yılları arasında müslüman hakimiyetinde kalmış ve bu süre içinde ciddi bir kültür ve medeniyet birikimi ile tanışmış. İlim ve kültür alanında müslümanların o dönemde ileri seviyede olması İspanyollara çok şey kazandırmış. Müslümanların ülkeyi fethettikten sonra yaptıkları tüm eserlerde bu etkinin izlerini çarpıcı bir şekilde görmek mümkün. İspanyol dilinde halihazırda 4,000’e yakın Arapça kökenli kelime mevcut.

Halk genelde kendi lisanı dışında hiçbir yabancı dili konuşmaya meyilli değil. İngilizceleri çok kötü, hiçbir şey anlamıyorsunuz. Sizinle alay edermişçesine İspanyolca konuşuyorlar. Konuşmaya meyilli oldukları tek dil ise biraz Fransızca, o kadar. Bunu Fransa ile komşu olmalarına bağlamak mümkün. Çünkü Avrupa’dan İspanya’ya gelen turistlerin birçoğu Fransa üzerinden geliyor. Turizmden bahsetmişken, ülkeye giren turist sayısını ve turizmden elde edilen geliri de belirtmek lazım. Bu ülkeye gelen turist sayısı yılda 50 Milyon, elde edilen turizm geliri ise 25-30 Milyar ABD doları. Bizim ülkemizdeki tarihi ve kültürel zenginliklerin bu ülkenin tarihi ve kültürel mirasından ne kadar fazla olduğunu ve bize gelen turist sayısını düşününce üzülüyor ve hayıflanıyoruz doğrusu.

İspanya’da üç farklı lisan kullanılıyor. Bunlar Catalanca, Baskca ve Gazzego lisanı. İspanyollar tip olarak Türklere benziyorlar. Bu nedenle, yurtdışına çıktığınızda sizi İspanyola benzetirlerse hiç şaşırmayın. Hatta dönüş yolculuğumuzda hostes bizim İspanyol olmadığımızı öğrenince bayağı şaşırdı ve afalladı. Bu nedenle, biz de kendimizi biraz İspanyol sayıyoruz artık. Bayanları genellikle etine dolgun ve kalın belli, ama hepsi de çok hoşlar. Giyim tarzları ve hareketleri son derece rahat ve esnek.

İspanyol halkı çok ağırkanlı ve kaygısız. Aynı anda birden fazla işi yapamıyorlar ve pratik zekaya sahip değilller. Sokakların temizliği bize benziyor, yani çok temiz değil. Hava yaz aylarında çok sıcak olmasına rağmen, nem oranı çok düşük. Tüm gün sıcak altında gezmenize rağmen terlemiyorsunuz. Ancak, özellikle yaz aylarında güneşe çarpılmamak için mutlak surette şapka takmanız, ya da İspanyolların meşhur yelpazelerini kullanmanız gerekiyor. Bunu söylemişken İspanya’nın tam bir şapka ve yelpaze cenneti olduğunu da söylemem gerekiyor. Özellikle yelpazelerin güzelliğine ve estetiğine doyum olmuyor. En önde gelen yelpazeler ise, ahşap ve el boyaması olanlar. Yelpazelerin fiyatları kalitesine göre 5-6 Euro’dan başlayıp 300-400 Euro’ya kadar çıkıyor. Bunun için alışverişte dikkatli ve seçici olmanız gerekiyor. Şapkalarda bir o kadar renkli ve estetik.

Barcelona – Muhteşem Bir Şehir

Barcelona, diğer meşhur adı ile “Catalunya” İspanya’nın ikinci büyük şehri. Nüfusu 6 Milyon. İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise İspanya’ya bağlı. Halkının % 90’ı İspanyolca’dan farklı bir lisan olan Catalanca konuşuyor ve kendilerini İspanyol olarak görmüyorlar. Yeni yapılar fazla göze çarpmıyor, şehir tarihini oldukça koruyabilmiş bir görüntü çiziyor. Eski yapıların tümü özüne sadık kalınarak ve iç yapısı bozulmadan restore edilmeye çalışılıyor. Eserlerde Müslüman-Hıristiyan kültürlerinin karma etkisi mevcut. Biz Picasso, Salvador Dali derken, burada Gaudi etkisi ile karşılaştık. Barcelona’da karşılaştığımız ve gezdiğimiz hemen hemen her güzel eserde bu mimarın damgası var. Eserlerinde ağırlıklı olarak seramik kullanan ve adına bir park da olan Gaudi’nin yaptığı eserlerde Kapadokya bölgesinde bulunan tarihi eserlerin etkisi var. Zaten kendisi de yaşadığı dönemde gidip gördüğü bu eserlerden çok etkilendiğini belirtmiş. Gaudi’nin de 1906-1926 yılları arasında yaşamış olduğu bu park alanı içinde yaptığı köprü ve yapılarda Kapadokya etkisi bariz bir şekilde görülüyor.

Gaudi aynı zamanda, Barcelona’daki en çarpıcı ve müthiş yapı olarak kabul edilen “La Sagrada Familia” kilisesinin de inşaatını başlatan mimar. Bu büyük ve ihtişamlı kilisenin inşaasına başlangıç tarihi 1882 ve 200 yılda bitirilmesi hedeflenmiş. Diğer bir ifade ile, kilisenin halihazırda inşaası devam ediyor ve 2082 yılında bitirileceği öngörülüyor. Özellikle şehre çok büyük bir turist potansiyeli çektiği için bu kilisenin belirlenen zamandan önce bitirilmesi mümkün olmakla birlikte bu süreç geciktiriliyor. Bu nedenle de, La Sagrada Familia kilisesinin bitimini ancak bizim torunlarımız görür diye düşünüyorum.

Barcelona seramik ve porselen üzerine eserler açısından da oldukça ileri bir seviyede. Şehirde seramik ve porselen üzerine yapılmış birçok sanat eserine ve mimari yapıya rastlamak mümkün. Dünyanın en uzun seramik bankı Gaudi tarafından bu şehirde yapılmış. Tam 86 sütun üzerine kurulmuş olan bu bank aynı zamanda çok enteresan bir tarihi geçmişe de sahip.

Barcelona çok renkli ve hareketli bir şehir. İnsanın burada canının sıkılması çok zor. Biz bu şehirde bir gün kaldık, ama bu şehir en az iki tam gün gezilmesi ve yaşanması gereken bir yer. Her ne kadar biz çok fazla bir yerini gezme fırsatı bulamasak da panaromik şehir turumuz sırasında, şehrin gezilmesi gereken birçok yerinin bulunduğunu ve gezmeye değer olduğunu gözlemledik. Bu açıdan bir şehir rehberini inceleyip, ona göre plan yapmakta fayda var. Ayrıca, şehrin metro sistemi de size gezme ve görme olanağı verebilecek cinsten.

Barcelona’nın deniz kıyısında bulunması şehre ayrı bir hava veriyor. Hava son derece temiz ve gökyüzü inanılmaz mavi ve pırıl pırıl. Her tarafta palmiye ağaçları ve yeşillikler hakim. Çok büyük bir limanı var. Alışveriş yapmak için gezilecek başlıca yerleri “İspanya ve Catalunya Meydanı”, ve
özellikle de “La Rampra Caddesi”. “La Rampra Caddesi” İstanbul’un İstiklal Caddesi’ni andırıyor. Bu caddenin enteresan bir özelliği de dilencilerin dilenme biçimi. Her bir dilenci kendini kılıktan kılığa sokarak önce kendisini bir sanat eseri haline getiriyor ve siz bu sanat eseri ile bir fotoğraf çektirmek için can atıyorsunuz, ama bunun için gönlünüzden kopan ufak bir bahşiş vermek zorundasınız. Ancak yine de görülmesi gereken hoş ve eğlenceli bir manzara. İspanyollar sanata çok düşkün insanlar. Sokaklarda adım başı bir ressama rastlamak mümkün. Doğrusu yaptıkları resimler ve kullandıkları tarzlar birbirinden çok farklı ve enteresan. Bahsettiğim resimlerin öyle sıradan resimler olduğunu zannetmeyin, hepsinin kendine has tarzı ve uslübü var.

Barcelona’da gezilebilecek yerlerden birisi de sahil kesiminde yer alan akvaryum. Aslında tüm önemli Avrupa şehirlerinde bu tip akvaryumlara rastlamak mümkün. Onun için gezip gezmemek biraz sizin balık çeşitlerini görmeye olan ilginize bağlı. Ama bu akvaryumun içinde gerçekten farklı cins ve renkte balıkları bir arada görmek mümkün. Özellikle deniz atları çok çeşitli ve enteresan. Bu kadar çok çeşidini daha önce hiç bir akvaryumda bir arada görmemiştim. Ama burayı gezmek yerine daha tarihi bir yeri gezmeyi tercih ederdim. Bu açıdan, çok hararetle tavsiye edebileceğim bir yer de değil doğrusu.

Barcelona’yı gezmek için en iyi yol ise araba kiralamak. Çünkü gezilecek yerler arasında ciddi mesafeler var. Ayrıca, Salvador Dali’nin köyü gibi şehrin yaklaşık 140 km uzağındaki yerlere gidip gelmek de ya trenle ya da araba ile mümkün. Biz bu şansı bir gün kaldığımız Barcelona’da yakalayamadık, ama gidip görülmesi gereken yerler olduğunu duyduk. Müzesini ziyaret ettiğimiz tek ressam ise Picasso oldu. Değişik bir sanat düzleminde çalışan bu ünlü ressamın dününü ve gelişimini bu müzedeki eserleri incelemek suretiyle gözlemleme şansımız oldu.

Barcelona’yı gezerken rehberimizin bize verdiği bir bilgi de çok dikkatimizi çekti. Bu bilgi, İspanya’nın kültüründe meşhur olan topuklu ayakkabı ve şapka giyme geleneği ile ilgili. Müslümanların İspanya’yı fethinden önce İspanyollar temizliğe hiç dikkat etmeyen pis insanlar imiş. Bu devirlerde İspanyollar büyük tuvaletlerini bir kabın içine yapar, daha sonra bunu su ile karıştırıp dışarı atarlarmış. Şapka takılmasının nedeni, insanların, dışarı atılan bu pis suların üzerlerine gelmesini önlemek, topuklu ayakkabı giyilmesinin nedeni ise bu pisliklere basılmaması için imiş. Diğer Avrupa şehirlerine de tuvalet ve temizliğin müslümanların etkisi ile geldiği düşünüldüğünde bu anlatılanlar doğrusu gerçek dışı gelmiyor bize de. En doğrusunu tarih bilir.

Barcelona’ya ilişkin son notumuz spor tutkunlarını ilgilendiriyor. 1992 yılında olimpiyatların da yapıldığı bu şehirde dünyanın en büyük stadı olan Barcelona stadı bulunuyor. 110 giriş kapısının bulunduğu stad maçın başlamasına yarım saat kala doluyor ve 15 dakika içinde boşalıyormuş. İlginç bir not da 1992 yılında yapılan Barcelona Olimpiyat Oyunlarının açılış seremonisine ilişkin. Bu oyunların açılış töreninde meşalenin ateşli bir ok ile yakılması hedefleniyormuş ve bunun tatbikatı da defalarca başarı ile yapılmış. Fakat açılışın yapıldığı gün ateşli ok meşaleyi teğet geçmiş, fakat ateşleme otomatik olarak yapıldığı için çoğu kişi tarafından bu gaf farkedilmemiş. Fakat bunu fotoğraflayan bir muhabir bu gafı yakalamış ve olimpiyat komitesine şantaj amaçlı kullanıp 200,000 ABD Doları talep etmiş. Fakat olimpiyat Komitesi bu tezgaha gelmeyerek bu kişiyi mahkemeye vermiş. Bana ilginç geldi, sizlerle paylaşmak istedim.

Granada – Cordoba – El Hamra Sarayı


Granada müslümanların etkisinin en yüksek düzeyde hissedildiği Endülüs bölgesi şehirlerinden birisi. Aynı zamanda bu şehir, Madrid’ten sonraki en büyük üniversite şehri. Nüfusu 300,000 kişi olan bu şehirde, 60,000 üniversite öğrencisi eğitim görüyor. Granada, sınırlı nüfusuna rağmen yüksek bir turizm potansiyeline sahip. Bu ülkeyi ziyaret etmek için yılda 200,000 turist geliyor. İspanya’nın en yüksek noktası (3,478 m) olan Mulhasen Dağı da burada bulunuyor. Rehberimizin bize verdiği bilgi kadarıyla tıpkı Antalya’da olduğu gibi aynı gün içinde yazın hem dağda kayak yapma imkanı hem de sahilde denize girme imkanı bulunuyor. Tabii bunları yapmak içinde burada konaklamanız gerekiyor. Çünkü denize girilecek yerler şehre 70-80 km mesafede bulunuyor.

Cordoba’ya gidilen yol üzerinde dikkatimizi çeken iki şey uçsuz bucaksız zeytinlikler ve halen aktif olan tepelere kurulmuş eski tarz manastırlar. Rahip ve rahibelerin yetiştirildiği bu manastırlar gürültüden uzak, inziva noktalarına kurulmuş görkemli yapılar. Ayrıca, yol boyunca eskiden kullanılan gözcü kuleleri de dikkati çeken önemli yerler arasında sayılabilir.

Granada’daki gözlemlerimizi aktarmadan önce İspanya tarihine ilişkin birkaç bilgi vermekte fayda var zannediyorum. Müslümanlar 711 yılında İspanya’ya 500 kişilik öncü bir birlik göndererek buraların keşfini yapmışlar. Daha sonra da Tarık Bin Ziyad komutasındaki Emevi ordusu 12,500 kişilik bir kuvvet ile Endülüs’e gelerek burayı ele geçirmiş. Bu fethin enteresan bir yönü de Tarık Bin Ziyad’ın gemiler ile buraya getirdiği askerlerin geri dönmesini önlemek ve askerlerini İspanya’nın fethine şartlandırmak için gemileri yaktırmış olması. “Gemileri yakmak” deyimi de buradan geliyor. Bu şekilde başlayan fetih harekatı sonrası 750 yıl boyunca bu ülkede son derece ileri düzeyde bir medeniyet kurulmuş. Meşhur Cebel-i Tarık Boğazı’nın adı da yine bu hükümdardan geliyor.

XI. Asırda müslümanlar 14 farklı sultanlığa bölünmüş ve bundan sonra İspanyol prensleri birleşerek müslümanlara karşı ittifak oluşturup, savaş vermişler ve kaybettikleri yerleri tekrar ele geçirmişler. Nitekim, 1492 yılında da İspanya’daki müslüman hakimiyetine tamamen son vermişler. Yani görüldüğü üzere müslümanlar arasına ayrılık girince, birlik bozulunca, son kaçınılmaz olmuş.

Granada’daki en çarpıcı eser, arabesk mimarisi, bahçe ve havuzları ile ünlü El-Hambra Sarayı. Bu saray müslümanların Endülüs bölgesinde inşaa ettikleri en büyük ve görkemli yapı. Sarayın kale kısmı biçim olarak kare şeklinde bir görüntüye sahip olup, iç kısmı yuvarlak bir yapı üzerine inşaa edilmiş. Yaklaşık 104,000 m2’lik bir alan üzerine kurulmuş olan bu yapı üç ana kısımdan oluşmakta. Birinci kısımda askerler, ikinci kısımda Kral ailesi, üçüncü kısımda ise halkın ileri gelenleri yaşamakta imişler. “El-Hambra” Arapça “Kızıl” anlamına gelmekte olup, bu bölgedeki toprağın renginin kızıl olmasından dolayı bu ismi almış. Saray tamamen İslami kültür tarzını yansıtan bir tarza sahip olup, daha sonra burayı ele geçiren İspanyol Kralı V. Karlos tarafından sarayda bazı değişiklikler yapılmış.

Saraydaki gezimiz sırasında edindiğimiz bilgilerden biri de El-Hambra sarayında misafirlerin karşılanış ve ağırlanış şekli. El-Hambra sarayına müslüman hükümdarları ziyarete gelen konuklar güneşin en tepede olduğu ve güneş ışıklarının en göz kamaştırıcı olduğu zaman kabüle alınırmış. Bunun nedeni, gelen konukların gözlerinin bir taraftan ışıktan kamaşırken, diğer taraftan da hükümdarın yüzünü tam olarak seçmelerine engel olmak imiş. Tüm bunlar olurken, hükümdar da gelen misafirin davranışlarından onun niyet ve düşüncelerini anlamaya çalışırmış. Doğrusu son derece zekice planlanmış bir karşılama töreni. Sarayı gezerken bize verilen bilgilerden bir başka ilginç olanı ise, sarayın içinde yer alan sütunlardan birçoğunun kasten birbirinden farklı yapılmış olması. Bunun nedeni ise, her şeyin mükemmel olmasının ancak ve ancak Allah’a mahsus olduğu düşüncesinden hareketle kişiye enaniyet verecek kusursuz bir yapılaşmanın önüne geçilme çabası.

Sarayı cazip kılan bir başka unsur da içinde yer alan ve farklı renk ve çeşitte çiçek ve bitkileri bünyesinde barındıran “Generallife Bahçeleri”. Bu bahçeler ve çevresinde yer alan havuzlar sarayı gezenlere ayrı bir huzur ve göz ziyafeti veriyor. İnsan adeta kendini dünyada bir cennet bahçesi içinde hissediyor.

El-Hambra Sarayı turistler tarafından çok ilgi gören bir yer olduğundan dolayı ziyaret için önceden saatli randevu alınması gerekiyor ve ziyaret edecek kişi sayısı 7,000’e ulaştığı takdirde ek bir
randevu verilmiyor. Bu nedenle, şayet bu sarayı tur harici gezmek istiyorsanız, kesinlikle daha önceden ve saatli randevu almanız, o saatte de orada bulunmanız gerekiyor. Saatinizi geçirdiğiniz takdirde randevunuz iptal ediliyor. Saray İspanyollar tarafından uzun bir süre ihmal edilip ayyaşların mekanı haline geldikten sonra İspanya’da görev yapmış eski bir Amerikalı diplomat olan Washington İrwin tarafından yeniden keşfedilmiş ve gün yüzüne çıkarılmış. Bu kişi “El-Hamra’nın Efsanesi” isimli bir de kitap yazmış. Bu kişinin ön ayak olduğu girişimler sonrasında İspanya hükümeti konuya el atmış ve sarayın tekrar turizme kazandırılması için gerekli çalışmaları başlatmış.

Granada’ya yaptığımız gezide ziyaret ettiğimiz bir başka mekan da Cordoba veya orijinal adı ile Mezquita Camii oldu. Dünyanın üçüncü büyük camiisi olan 856 sütunlu Mezquita Camiisi 756 yılında 22,400 m2 üzerine kurulmuş. İlk zamanda 1,063 sütun üzerine kurulmuş olan camiide sütun sayısı daha sonra 856’ya düşürülmüş. Dört kısımdan oluşan camii müslüman hakimiyetinin kaybedilmesinin ardından kiliseye dönüştürülmüş. Dünyadaki ilk katarakt ameliyatını gerçekleştiren (12. Yüzyıl) müslüman tıp bilim adamı Muhammed Gauti de burada yaşamış.

Granada’nın dokusunu yansıtan başka bir önemli bölge de El-Hambra Sarayı’nın karşı cephesinde bulunan Arap Mahallesi. Bugün önde gelen kişilerin yaşadığı bu mahallede daha önce 27 camii var iken, bugün camii sayısı sadece 1. Geriye kalan camilerin hepsi kiliseye dönüştürülmüş. Bu mahallenin bir başka özelliği de evlerin hepsinin beyaza boyalı olması. Bu işlem her yıl ilkbahar ayında tekrarlanıyor ve evlerini beyaza boyamayan kişilere iyi gözle bakılmıyor. Her yıl evlerini boyayan ve süsleyenler içinden üç ev en güzel evler olarak seçilip ödül alıyor. Evlerden bahsetmişken, görüntülerini anlatmadan geçmek doğru olmaz. Evlerin duvarları rengarenk çiçekleri barındıran saksılar ve irili ufaklı seramik tabaklarla süslü. Ayrıca, bu bölgede “Carmen” evleri olarak tanımlanan evler mevcut. Bu evlerin özelliği müstakil olması, iç avlusunda bir bahçesinin ve bostanının bulunması. Sokaklar eski tip taş döşeli. Halen Granada’nın en önde gelen kişileri buradaki özel evlerinde oturuyorlar.

Arap mahallesindeki evlerin kapıları birbirine bakmıyor. Bu bir İslam geleneği ve amaç da insanların kapılarını açtığında komşusunun evinin içini görmemesi. Bence İslamın insanın özelini nasıl hassas düşündüğünü gösteren ve günümüz mimarisine de örnek olması gereken bir yaklaşım tarzı. Her ne kadar artık bu mahallede müslümanlar yerine ağırlıklı olarak Hıristiyanlar yaşıyor ise de, gelenekler devam ettiriliyor. Unutmadan söyleyelim, bu mahallede ufak bir de camii var. İçi ve bahçesi tertemiz, imamı İspanyol. Bu camiide hem Cuma hem de beş vakit namaz düzenli olarak kılınıyor. Bunca kilometre katettikten sonra böyle bir güzellik ile karşılaşmak çok hoşumuza gitti doğrusu.


Granada’da son uğrak yerimiz çingenelerin dans ettiği otantik bir mekan. Bu bölgeyi renklendiren en önemli hususlardan biri de zaten çingenelerin varlığı ve yaşadıkları yerler. Çingeneler daha önce mağaralarda yaşarken, artık bu mağaralarda yaşamıyor, ama varlıklarını bölgede devam ettiriyorlar. Çingenelerin dans ettiği mekanın üst tarafı aynı zamanda ikamet ettikleri evleri. Her ne kadar rehberimiz burayı Sulukule vari olarak tarif etti ise de, kalite, temizlik ve dansların büyüleyiciliği açısından Sulukule ile karşılaştırılamayacak bir estetik ve kültür anlayışına sahip. Bu dansları izlerken büyülenmemek elde değil. Yaptıkları işe gösterdikleri özen ve saygı da bir o kadar takdire değer. Dansı seyrederken bu dansın figürlerinin manasını öğrenmek şansına sahip olduk. Flamenco dansının aslı müslüman araplara dayanıyor. Dans sırasında bağıran erkek ağıt yakmakta, kadınların topuklarını yere vurması ise sıkıntılara tepinme ile verilen tepkiyi yansıtıyor. Daha sonra bu iki yaklaşım şekli birleşip ritmik bir dans gösterisi haline dönüşüyor. Yani bu işin orijini de müslümanlara dayanıyor. Müslümanlar zor yaşam şartları altında ağıt yakarak bu müziği ve dansı geliştirmişler. Zaten Anadolu’nun birçok yerinde yakılan ağıtlar ve ayağını yere vurmaları hatırlarsak benzerliği bizler de kolayca yakalayabiliriz.

Gece yarısı otelimize dönerken yorgun ama mutluyuz. Sırf bu günü yaşamak ve bu güzel saray ve mahalleyi gezip, bu güzelim evleri görmek bile bu geziye değer diye düşünüyoruz. Zihnimizde gece izlemiş olduğumuz raksın bütün hızı uykuya dalarken, Yahya Kemal’den şu mısralar dökülüyor dilimizden:

“Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir,
İspanya neş’esiyle bu akşam bu zildedir.”

Sevilla – Endülüs’e Yakışır Bir Başşehir

Sevilla İspanya’nın en büyük dördüncü şehri. Nüfusu 700,000. İçinden 856 km uzunluğunda bir nehir (Guadal Kibir) akıyor. Endülüs’ün başşehri. En çarpıcı yeri, İberia-America fuarı için 1929 yılında
tamamlanan ve yapımı 8 yılda biten İspanya Meydanı. Çift taraflı iç bükey bir mimariye sahip olan bu alanda İspanya’nın 51 şehrinin özelliğini yansıtan resimler avlu duvarlarını süslüyor. Meydanın tam ortasında muhteşem bir havuz bulunuyor. Çok renkli ve bir o kadar da estetik bir yapı.

Şehrin içinde dikkati çeken diğer iki yapı ise Alcazar (El-Kasr) ve Sevilla Katedrali. Alcazar, Kraliyet Sarayı olup, halen İspanya Kralı bu sarayı kullanmakta. Mimari tarzı Arap-Hıristiyan karışımı bir yapıda, bunun nedeni de Granada’daki El-Hambra sarayını yapan ustaların bu sarayın yapımında da kullanılması (bu saraylarda yaşayan hükümdarların tanışıklığı ve arkadaşlığı dolayısıyla).


Sevilla Katedrali oldukça muhteşem bir yapı. Önce küçük bir kilise olan bu yapı, daha sonra ihtişamlı bir cami ve medrese, daha sonra tekrar kilise olmuş. Aslında, İspanya’daki birçok önemli yapıtın akıbeti bu: “kilise-cami-kilise” üçlemesi. Maalesef bu süreçte birçok eser de katledilmiş. İnsanı garip düşünceler alıyor, ama itiraf etmek gereken bir şey varsa o da o devirdeki ustaların mahareti. İster müslüman olsun ister hıristiyan, bu devrin ustalarının çok yetenekli olduğu her yönüyle belli oluyor. Özellikle Granada ve Sevilla’da gezdiğimiz saraylarda bulunan ve sedir ağacından yapılan tavanların süslemeleri inanılmaz güzellikte. Sevilla Katedrali’nin içinde Cristof Colomb’un mezarı da mevcut. Gerçi gerçek mezarının Dominik Cumhuriyetleri’nde olduğu söyleniyor ama bunun doğruluğu da tartışmalı. Ayrıca, bu katedral içinde dünyanın en büyük mihrabı da var. Bu mihrab tam 8 yılda tamamlanmış ve Hz. İsa’nın yaşamından kesitleri anlatan resimlerle süslenmiş. Katedralin bir başka önemli yönü de dünyanın en büyük vaftiz havuzunun burada bulunması. Bu katedral Avrupa’nın üçüncü, dünyanın dördüncü büyük katedrali.

Sevilla’da yapabileceğiniz bir başka aktivite de nehir üzerinde kısa bir tekne turu. Bu tur sırasında hem çevreyi daha yakından tanıma fırsatı buluyorsunuz, hem de Cristof Colomb’un dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtlamak üzere İspanya Kraliçesi II. Isabelle (Kirli Isabelle) den aldığı 4 gemi ile çıktığı ve tek gemi ile geri dönebildiği seyahatinin elde kalan son gemisinin bir kopyasını görebilirsiniz.

Sevilla aynı zamanda dünyanın en büyük açık hava tiyatrosuna (6,000 kişilik) ve en eski ikinci arenasına sahip. Şehir üç farklı mimari tarzını bünyesinde barındırıyor. Bunlar Gotik, Rönesans ve Mudehar tarzı. Bu mimari tarzlarından örnekleri şehir içinde yer alan Santa Maria parkında görebilirsiniz. Biz bu parkı ve yapıları uzaktan gördük, ancak bu parkın ve yapıların özellikle ziyaret edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yeri gelmişken söyleyelim, bu şehri, yani Sevilla’yı sindire sindire gezmek için tam bir gün ayırmak gerekiyor. Ayrıca, bizce Sevilla hem gezmek için en güzel, hem de alışveriş yapmak için fiyat ve kalite açısından en uygun şehir. Özellikle sergilenen çeşit ve tarz açısından porselen ve seramik tabaklar almak için en uygun yer. Ancak, İspanya’da alışveriş yaparken dikkat etmeniz gereken bir şey var. Alışveriş sırasında pazarlık yapmıyorlar, en fazla % 10 indirim yapıyorlar. Fazla zorladığınız zaman da sizinle ilgilenmeyi bırakıyorlar.

Madrid – Havuzlar ve Heykeller Şehri / Toledo – Açık Hava Müzesi

Madrid İspanya’nın başşehri. Nüfusu 3.5 milyon. Bu şehre havuzlar ve heykeller şehri demek yanlış olmaz. Bu şehir dünyanın Tokyo’dan sonra en yeşil başkenti. Buna rağmen bu şehirde Barcelona’nın havası yok. En önemli gezilecek meydanı Plaza Mayor. Zaten şehir hareketliliğinin büyük bir kısmı da burada gerçekleşiyor. Plaza Mayor Iberia Yarımadası için “0 Km” kabul edilmiş ve coğrafi açıdan o şekilde ölçümleme yapılmış. Şehir mimari dokusunu büyük ölçüde korumakla beraber, yeni yapılaşma, çarpık olmasa bile, oldukça fazla. Gezilecek bölge sayısı diğer gezdiğimiz şehirlere göre daha az. Tipik bir başkent havasında ve bazı yönleri ile bize Ankara’yı anımsattı. Cervantes’in romanında geçen Don Kişot ve Sanço Pança’nın heykeli de yine bu şehirde yer alıyor.

Şehir içinde birbirinden güzel sayısız çeşme var. Bunlardan en güzeli Cibeles Çeşmesi. Bunun yanı sıra, şehir içinde 2,900’ün üzerinde heykel var. Bunu şehri yürüyerek gezerken daha yakından gözlemleyebiliyorsunuz. Her binanını üzerinde birbirinden farklı ve değişik boyut ve görüntüde heykeller var. Ayrıca, Madrid’de yeni tren garının yanında bulunan eski tren garının içi Botanik Bahçesi’ne çevrilmiş. Garın içinde yemyeşil bitkilerin yanında, kaplumbağaları görmek de mümkün.

Madrid’in sembolü ayı ve bu sembolü şehrin farklı yerlerinde görmeniz mümkün. Bunun nedeni de, Madrid çevresinde çok sayıda ayının bulunması. Bu arada, hayvanlardan açılmışken bazı dostlarımın “yoksa arenaya gidip boğa güreşi izlemedin mi?” diye sorduklarını duyar gibi oluyorum. Doğrusunu isterseniz, biz böyle vahşi bir gösteriyi izlemeye gitmeyi tercih etmedik. Çünkü hayvanların bu şekilde zevk uğruna katledilmesini merak için bile seyretmek bize hiç mi hiç cazip gelmedi.

Madrid’de dikkati çeken bir başka şey de Türklerin açmış olduğu Döner Kebap dükkanları. Burada yaklaşık 20,000’e yakın Türk yaşıyor ve çoğu bu mesleği yapıyor. Biz de Madrid’deki ilk günümüzde bu dükkanlardan birine gidip ekmek arası döner kebap yiyip, ayran ve Türk çayı içtik. Yemeklerini bir türlü yiyemediğimiz bu ülkede seyahatimizin yedinci gününde hasret kaldığımız kendi damak tadımıza uygun yemekler yiyip, tavşan kanı olmasa bile sıcak bir çay içmek bir başka keyifti doğrusu. Bu dükkanlar sadece Madrid’te değil, ülkenin başka şehirlerinde de (Granada, Sevilla) gözümüze çarptı.

Yukarıda anlattıklarım Madrid şehrinin içine ilişkin gözlemlerimiz. Ancak, Madrid’i ziyaret edenlerin
gözünde şehri cazip kılan, Madrid’e 70 km uzaklıkta bulunan ve UNESCO tarafından 1987 ylından bu yana açık hava müzesi haline getirilen Toledo bölgesi. Burası müslüman, hıristiyan ve yahudi kültürlerinin birbirine karıştığı ve insanın kendisini tarih içinde gezinti yaptığını hissettiği muhteşem bir yer. Biz burada sadece üç saat kalıp gezebildik. Fakat sizler buraya giderseniz, benim size tavsiyem Madrid’ten bir arada kiralamanız ve en az bir gün Toledo içinde bulunan otellerden birinde konaklamanız ve burayı gezmeye bir tam gün ayırmanız.

Toledo, Arap, Hıristiyan ve Yahudi mahallesi olmak üzere üç ana kısımdan oluşuyor. Gerçekte Toledo etrafı bir nehirle (Tajo nehri) çevrili bir yerleşim merkezi konumunda. Bunun en önemli nedeni, şehri düşmanların saldırı ve işgaline karşı daha rahat savunabilmek. San Martin Köprüsü şehrin dış dünya ile bağlantısını sağlıyor. Toledo’da sokaklar çok dar. Bunun sebebi, yazın güneş ışığının girmesini engellemek, kışın ise çok sert esen rüzgarların önüne geçmek.

Bu bölge içinde yer alan yapılarda özellikle ünlü ressam El-Greco’nun eserleri önplana çıkmış durumda. Özellikle ufak bir kilise içinde sergilenen El-Greco’nun tablosu müthiş güzellikte. İspanya Krallığı’nda önemli bir isim olan ve Cristof Colomb’e dünyayı dolaşması için gemiler veren Kirli Isabelle de burada yaşamış. Bu kraliçeye Kirli Isabelle denmesinin en önemli nedeni 50 yıl içinde sadece 2 defa yıkanmış olması.

Toledo siyah çelik üzerine altın kakmaları ile meşhur. Envai çeşit kılıç, bıçak ve benzeri ürünleri gerek Toledo içindeki dükkanlardan gerekse Toledo’nun yakınında bulunan fabrikadan temin etmek mümkün. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, porselen ürünleri ile birlikte bu ürünler İspanya’da en pahalı ürünler arasında yer alıyor.

Toledo içinde çok büyük bir de katedral yer alıyor. Bu katedralin içinde Hıristiyan dinine ilişkin çok değerli motifler, heykeller ve resimler var. Resimlerde özellikle El-Greco’nunkiler önplanda. Resimlerde bir başka dikkat çekici unsur da, Hz. İsa’nın doğuşu, ölümü ve göğe yükselişi hadisesinin farklı yorumlanış ve tasvir ediliş şekilleri. Hıristiyanların inanışına göre Hz. İsa’nın bir ahırda dünyaya geldği ve kendisini bu ahır içinde bulunan bir eşek ve ineğin ısıttığı söyleniyor. Katedral içinde yer alan resimlerde bu tasvirlere rastlamak mümkün. Ayrıca, Hıristiyan inanışına göre Hz. Yahya “Takdisçi Yahya, Hz. Yusuf ise Meryem’in toplum içinde lekelenmemesi için kendisi ile evlendirilen genç olarak tasvir ediliyor. Ayrıca resimlerde, islam dininde Cennetin bekçisi olarak bildiğimiz Hz. Rıdvan’da Hıristiyanlarda aynı görevi yapan kişi olarak elinde anahtarlarla başka bir isim altında resm ediliyor. Tüm bu bilgileri dinler ve resimleri izlerken Hıristiyanlığın neden bu kadar yozlaştığını ve dini motiflerin resimlenmesinin dinimizce neden yasaklandığını daha iyi algılayabiliyor ve yorumlayabiliyorum. Bu katedral içindeki bir başka resimde de haşa Allah resmedilmiş. İspanya’nın ikinci büyük mihrabı da bu katedral içinde yer alıyor.

Bu katedralin bir başka özelliği de bünyesinde bulundurduğu tam 17.5 ton ağırlığındaki çan. Bu çan yıllar önce bir kez kendi tokmadığı ile çalındığında çevredeki tüm binaların camları kırılmış, hamile kadınlar çocuklarını düşürmüş. Bundan sonra ikinci bir kez daha kendi tokmağı ile çalınmamış, başka bir tokmakla çalınmaya devam ediyormuş.

Iberia Havayollarına İlişkin Bir Not

Bu yazımda da seyahatimizi gerçekleştirdiğimiz Iberia Havayollarına ilişkin gözlemlerimizi sizle paylaşmak istiyorum. Iberia Havayolları ile İstanbul-Barcelona, Barcelona-Granada, Sevilla-Madrid, Madrid-İstanbul olmak üzere dört ayrı yolculuk yaptık. Hiç birinden de memnun kalmadık. Bunun nedenlerini şu şekilde ifade edebilirim:

1) Seyahat ettiğimiz uçaklar eski ve konforsuzdu. Ayrıca, uçakta yer alan ekranlarda genellikle görmeye alışık olduğumuz uçuşa ilişkin yer, mesafe vb. bilgilerden ziyade tanıtıcı mahiyette değişik tarzda filmler (sinema filmi değil) gösterildi.

2) Ülke içinde yapılan seferlerdeki tüm ikramlar ücretli, yani ücretsiz hiçbir ikram yapılmıyor. Yurtdışı uçuşlardaki ikramlar ise sadece bir kez yapılıyor. Örneğin, Türkiye’den İspanya’ya yapmış olduğumuz 17:20 hareketli 3.5 saat süren uçak yolcuğumuzdaki tek ikram uçak kalkar kalmaz yapılan yemek ikramı olup, bundan sonraki 3 saat içinde hiç ama hiçbir ikram yapılmadı.

3) Personeli son derece kaba ve somurtkan. Birileri bu insanlara tebessüm etmeyi öğretmeli. Ayrıca, her uçuşta istisnasız minimum 10 dakika rötar var.

4) İngilizce olarak verilen bilgileri anlamanız imkansız, çünkü İngilizceleri berbat ötesi. Ayrıca, terminallerdeki yer hizmetleri yetersiz.

Türk Hava Yolları’nı ve yer hizmetlerini beğenmeyenler var ise, Iberia Havayolları ile seyahat etmelerini, aksi takdirde Iberia Havayolları ile hiç seyahat etmemelerini tavsiye ederim.

Asya Tur- MilTur Hakkında Bir Yorum


Sizler de böyle bir tura katılmak ve bu güzel yerleri gezmek isteyebilirsiniz. Üzülerek ifade etmem gerekir ki, bu kapsamda bir turu yapan şirket sayısı fazla değil. Asya Tur bu turu en düzenli yapan seyahat acentalarından biri. Ancak, bu tura Asya Tur ile katılmak isteyen dostlarımıza birkaç tavsiyemiz olacak. Bu arada, unutmadan ifade edeyim, biz bu tura Miltur Acentası vasıtası ile katıldık, fakat daha sonra öğrendik ki Asya Tur Miltur’u satın almış, yani biz aslında Miltur ile değil Asya Tur ile seyahat ediyoruz. Bu etiket farklılaşmasını da bilgilerinize sunuyorum. Şimdi gelelim tavsiyelere.

Birincisi, mümkün olduğunca gideceğiniz ülkeye vizenizi kendiniz alın. Çünkü İspanya Konsolosluğu’nun vize vermek için talep ettiği ücret 35 Euro olmasına rağmen, Asya Tur’un size bu hizmeti vermek için istemiş olduğu ücret tam 80 Euro. Diğer bir ifade ile, bu hizmeti vermek için Asya Tur’un sizden talep ettiği hizmet ücreti 45 Euro. Takdiri size bırakıyorum.

İkinci olarak, bu tura katıldığınız takdirde birinci ve sonuncu gününüz yolda geçiyor ve maalesef gezi programını en son gün öğrenebiliyorsunuz. Diğer bir ifade ile, bu gezi “devlet sırrı” kapsamında. Ne gezi programı, ne kalacağımız oteller en son güne kadar belli değil. Gezi için ödediğiniz ücret, alan vergileri, yurtdışına çıkış harcı ve vize ücreti dahil yaklaşık kişi başı 1,050 Euro. Buna sadece sabah kahvaltısının dahil olduğu otel konaklamaları ve panaromik şehir turları dahil. Bunun dışındaki tüm müze girişleri ve her türlü aktiviteler ekstra kapsamında ücrete tabi. Ayrıca, bu turla İspanya-Endülüs gezisine katılacaksanız, akşam düzenlenen yemeklere gitmenizi hem maddi açıdan hem de katılan kişilerin yorumlarını dinledikten sonra taviye etmem. Siz kendi gezi ve organizasyonunuzu kendiniz yapın derim.

Bu olumsuz yorumlara rağmen, rehberimizin bilgi düzeyi ve etkinliğini de belirtmem gerekiyor. Rehberimizin ismi Kadir Demirci. Yaklaşık 10 yıldır İspanya’da yaşıyor, İspanyolcayı mükemmel konuşuyor, bilgisi mükemmel, insani ilişkileri iyi. Bu açıdan böyle bir tura katılırsanız kesinlikle rehberinizin Kadir Bey olup olmadığını sorgulayınız. Ben şahsen verdiği bilgilerden oldukça fazla şey öğrendim. Ayrıca, her türlü konuda da elinden geldiğince yardımcı oluyor.

Son Söz

Bu gezi bizi çok farklı dönemlere götürdü ve karmakarışık duygular içinde bıraktı. Atalarımızın nereden nereye geldiği, nasıl bir tarihi ve kültürel mirasa sahip olduğu ve bunların elimizden nasıl çıktığını yakinen görme fırsatı bulduk. Bu arada İslam ve Hiristiyan kültürlerinin karışımı ve muhteşemliğine de sahit olduk. İspanya ve özellikle de Endülüs bölgesi herkesin bir kez gitmesi ve görmesi gereken muhteşem bir yer. Bize göre burada herkes aradığı şeyi bulabilir, çünkü bu ülkede her görüşten her düşünceden ve her tarzdan insana hitap eden bir nüve var.

Yukarıda belirttiğim eksi yönlerine rağmen, bu gezinin artıları ve bize kattıkları çok daha fazla oldu. Bu yazımızda, gördüklerimizi, öğrendiklerimizi ve hissettiklerimizi yorumlarımızı da katarak elimizden geldiği kadar sizlerle paylaşmaya çalıştık. Bir sonraki gezimizde size daha farklı ülke ve kültürleri, daha hoş bir uslüpte tanıtmak ve birikimlerimizi tekrar sizinle paylaşmak ümidiyle, yazımıza başladığımız gibi rahmetli şairimiz Yahya Kemal’in “Endülüs’de Raks” isimli şiirinden iki mısra ile veda ediyoruz:

“Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sineden “OLE !”

Haziran 2004