Mustafa Kemal Yılmazhoşgeldiniz
Kişisel web sayfasına hoşgeldiniz

İznik – Çini Motifleri İle Süslü Tarih İzleri

Doğanın kış uykusundan uyandığı, ilkbaharın rengarenk çiçekler ile ağaçların dallarını süslediği Nisan ayında, ara verdiğimiz gezilere bir yenisini eklemenin heyecanı ile yola çıkıyoruz. Yeni rotamız, farklı kültürlere evsahipliği yapmış, çini sanatının nadide eserlerini vücuda getirmiş ve semavi dinlerden Hıristiyan dünyasının önemli olaylarına tanıklık etmiş olan, 2000 yıllık bir kültür mirasını bugüne taşıyan İznik ile, Osmanlı sivil mimarisinin 700 yıllık izlerini taşıyan Cumalıkızık Köyü.

Güneşin ilk ışıkları ile seyahatimiz Yenikapı’daki feribot iskelesinde başlıyor ve 07:30 feribotu ile Yalova’ya hareket ediyoruz. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra geldiğimiz Yalova’dan, önce Orhangazi’ye, daha sonra da İznik istikametine doğru yola devam ediyoruz. Orhangazi-İznik arasındaki yol, ilkbaharın tüm zarafetini önümüze seriyor adeta. Her iki yanımız zeytin ağaçları ile çevrili, zeytin ağaçlarının olmadığı bölümlerde, sağ tarafımızda İznik gölünün berrak ve durgun görüntüsü, sol tarafımızda gelin gibi süslenmiş, açmayı bekleyen utangaç kız çocuklarının yanakları gibi pembe-beyaz renkli kiraz ve elma ağaçları, seyrek seyrek de olsa rastladığımız intizamlı üzüm bağları… Kelimeler yetersiz, fotoğraf makinaları çapsız kalır duygularımızı ve izlenimlerimizi anlatmaya… Yolumuz üzerinde bir dizi köyden geçiyoruz, Boyalıca, ve Çakırca bunlardan sadece ikisi. Her geçtiğimiz köy bizi biraz daha gezinin havasına sokuyor.

Doğa ile Tarihin Buluştuğu Eşsiz Bir Mozaik: İznik

Nihayet yarım saatlik bir yolculuktan sonra, bizi İstanbul Kapı’dan içeriye buyur eden tarih ve kültür merkezi İznik’deyiz. Çevresi 5 km uzunluğunda surlarla çevrili olan İznik, Türkiye’nin beşinci büyük doğal gölünün de bulunduğu bir yerleşim merkezi. İlçenin ilk ismi olan Nicaea zaman içinde değişik medeniyetler tarafından mutasyona uğramış ve İznik’e dönüşmüş. İlçenin en önemli doğal güzelliği, yaklaşık 85 km kıyı uzunluğuna ve 85 metre derinliğe sahip olan İznik Gölü. Daha çok bir deniz görüntüsü veren gölde, yayın ve sazan balığı gibi tatlı su balıkları avlanıyor. Gölün bir kısmı sazlıklarla dolu olmasına rağmen, yaz aylarında kıyılardan denize girildiğini öğreniyoruz. Otelimizin de bulunduğu gölün kuzey kıyılarında, uzun yürüyüş yapabileceğiniz güzel parkurlar var. Göl kıyısı yeşil ve temiz. İznik’de kaldığımız gecenin sabahında, havanın soğuk olmasına rağmen erken saatlerde yürüyüş yapan insanlara rastlıyoruz. İlçede göl kenarında konaklama yapabileceğiniz birkaç tesis bulunuyor. Bunun dışındaki diğer konaklama mekanları ise iç kısımda yer alıyor. İlçenin merkezi, en önemli tarihi eserlerinden biri olan Ayasofya Kilisesi’nin de bulunduğu meydanlık alan. İlçeye İstanbul Kapı’dan giriş yaptığınızda, tarihi eserler arasından geçerek bu meydana geliyorsunuz.

Ayasofya Kilisesi ve Ekümenik Konsil Toplantıları

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yeri olması nedeniyle müslümanlar için önemli olan İznik, Hıristiyanlar için de bir o kadar önemli bir ziyaret yeri. Her yıl buraya çok sayıda Hıristiyan geliyor gezmek için. Bu ilginin en önemli nedeni, M.S. 325 ve 787 yıllarında burada gerçekleştirilmiş olan I. ve VII. Ekümenik Konsil toplantıları. 218 piskoposun katılımıyla yapılmış olan ve Hıristiyan dinine hayat veren “İznik Yasaları” adıyla bilinen 20 maddelik karar Senatüs Sarayı’nda alınmış. Günümüzde bu saraydan geriye, İznik gölünün kuzey kıyısında kalan ufak bir antik kalıntı dışında pek birşey kalmamış durumda. VII. Konsil toplantısının yapıldığı yer olan Ayasofya Kilisesi ise büyük ölçüde ayakta kalmış durumda. Bugün müze olarak kullanılan ve ziyaretçilere açık olan bu kilisede yapılan VII. Konsil toplantısında tartışılan ve karara bağlanan en önemli husus, Hıristiyanlığa ilişkin tasvirlerde insan figürlerinin kullanılıp kullanılmayacağı konusu. Toplantıda çıkan kararın figürlerin kullanılması yönünde olması sonucunda Hıristiyanlıkta bir bölünmüşlük yaşanmış.

İznik 14. Yüzyılda Osmanlılar tarafından alınıp başkent haline dönüştürüldükten sonra, Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülmüş. Bugün kilisenin iç kısmında caminin mihrabı ve duvarlara yazılmış Arapça hat yazıların bir kısmı halen ayakta. Cami, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra düşman istilasına uğramış ve yakılmış. Bugün mihrabı ve minaresinin ufak bir kısmı dışında caminin tamamı yıkık durumda. Kilise kısmından ise, rahiplerin vaaz verdiği ve vaftiz işleminin yapıldığı bölüm ile, sağ ve sol tarafta yer alan değerli eşyaların saklandığı ve birkaç önemli kişinin mezarının bulunduğu iki kubbe ayakta kalmış. Ayasofya Kilisesi’nin dış duvarları ise önemli ölçüde korunmuş durumda. Kilise normal zamanlarda kilitli olduğundan, burayı gezmek isteyenlerin Turizm Danışma ofisi ile irtibata geçerek kapıyı görevliye açtırmaları gerekiyor.

Ayasofya Kilisesi dışında İznik’de birkaç kilise daha bulunmaktadır. Bunlar arasında; Koimesis Kilisesi, Hagios Tryphon Kilisesi, Ayatrifon Kilisesi sayılabilir. Ancak bu kiliselerden günümüze pek birşey kalmamış durumdadır.

İznik Müzesi ve Çinili Cami

Yukarıda bahsettiğimiz gibi İznik, tarihi açıdan son derece zengin bir mirasa sahip. Bu mirasın önemli bir kısmı zaman içinde yok olmakla birlikte, diğer kısmı devletin katkıları ile kurulan İznik Müzesi’nde koruma altına alınmış bulunmakta. Mimari tarz itibariyle haç şeklinde olan ve tipik bir kilise görüntüsünün izlerini taşıyan İznik Müzesi, Osmanlı döneminde 14. Yüzyılda I. Murat tarafından annesi Nilüfer Hatun adına yaptırılmış bir imaret. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürülen yapının içinde, M.Ö. 8000 yılından günümüze kadar uzanan geniş bir tarih diliminde yaşamış farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan birçok tarihi eser bulunuyor. Bunlar arasında; lahitler, kabartmalar, sütun başlıkları, yazıtlar, pişmiş toprak levhalar, mezar taşları, tanrı heykelleri, günlük yaşamda kullanılan aletler, ev araç ve gereçleri, altın ve gümüş sikkeler, tahribata uğramış çini tabak ve vazolar ve daha birçok irili ufaklı eser yer almakta. Müzenin içindeki orijinal eserlerden biri de, asırlık bir küp içinde bulunan ve camlı bir bölmede muhafaza edilen gerçek bir ceset.

Müzenin dışı da içi gibi son derece zengin eserlerle dolu. Lahitler, Osmanlı döneminden kalma üstü yazılı mezar taşları, büyük su ve şarap testileri, su yalakları, sunak taşları, pagan döneminden kalma motifler bunlardan sadece bazıları. Rehberimizden aldığımız bilgiye göre, müzede gördüğümüz bu eserlerden daha fazlası İznik Müze Müdürlüğü’nce tasnif edilmek üzere depolarda bekletiliyormuş.

İznik Müzesi’nin hemen karşısında İznik’le sembolleşen Yeşil Cami yer alıyor. Adını yeşil çinili ve tuğlalı minaresinden almış olan bu cami, 14. Yüzyılda Candarlı Halil Hayrettin Paşa tarafından Mimar Hacı Musa’ya yaptırılmış. Mavi ve yeşil renkli çinilerle, zikzaklı mozaik tekniği kullanılarak bezenmiş minaresi göz kamaştırıcı. Erken Osmanlı döneminin tek kubbeli camileri arasında yer alan bu eserin iç kısmı insanı hayrete düşürecek kadar sade ve gösterişsiz. Mermerden yapılmış dış kısmı ise büyük ölçüde yenilenmiş durumda. İznik’de Yeşil Cami dışında Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalma birçok eski cami de var. Bunlar arasında en eskisi 600 yıllık bir geçmişi olan Hacı Özbek Camii. 14. Yüzyılda Hacı Özbek tarafından inşaa ettirilen bu cami kare planlı olup, minaresi bulunmamakta ve bir mescit niteliğinde. Bu caminin hemen yanı başında, minaresi restore edilmekte olan, cami kısmı ise aslına uygun bir şekilde yeniden yapılmayı bekleyen Eşref-i Rumi Camii ve Türbesi bulunmakta. Eşref-i Rumi, 15. Yüzyılda yaşamış, Kadiri tarikatının önde gelen alimlerinden olan, tasavvuf konusunda önemli eserler vermiş ve kendini “gâh mûti gâh âsiyem, gâh âlim gâh âmiyem” diye tanıtan mümtaz bir şahsiyet. Bu camiler dışında, İznik’deki önemli eserler arasında Mahmut Çelebi ve Yakup Çelebi Camileri de sayılabilir.

Haliç Motifi, Lale-Karanfil Desenleri ve Çintemani Üçlemesi

İznik’in en önemli simgelerinden biri de envai renk ve motifteki çini eserler. Çinicilik İznik’de yüzyıllar boyunca yapılan en yaygın zanaat türü. Ancak çinicilik, Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama devrine girmesini müteakip son 300 yılda oldukça ihmal edilmiş. 1989 yılında ise bu mesleği yeniden canlandırmak amacı ile adımlar atılmış ve İznik Çini Vakfı kurulmuş. Bu Vakıf, çinicilik mesleğini yeniden icra eden birçok usta yetiştirmiş. Bu ustaların bir kısmı şimdilerde Çiniciler Çarşısı’nda kendi mesleklerini yapıyorlar.

Çini sanatı ile ilgili en dikkat çeken mekanlardan biri de, eski çini fırınlarının olduğu kazı alanı. 300 yıl öncesinde kullanılan bu fırınların bulunduğu yere giriş, halihazırda İstanbul Üniversitesi tarafından yürütülmekte olan arkeolojik kazı çalışmaları nedeni ile yasak olsa da, 5-6 tanesini dıştan görme ve görüntüleme imkanınız var. Bu fırınlarda ana maddesi kuarts olan toprak eserler ateşte pişirildikten sonra kullanılıyormuş. Kazı alanının hemen karşısında ise II. Murat Hamamı yer alıyor. Hamamın erkekler kısmı halihazırda kullanılmasına rağmen, kadınlar kısmı artık kullanılmıyor, bir çini atölyesi ve sanat galerisine dönüştürülmüş durumda. Kadınlar hamamının iç kısmında yer alan küçük odalarda, genç kızlar farklı desenlerde çini motifleri çiziyor ve boyuyorlar. Odalar erkekler hamamına bitişik olduğundan, hem taban kısımları hem de duvarlar oldukça sıcak. Doğrusu bu sıcak ortamda çalışmak oldukça zor olsa gerek. Odalardaki çalışma ortamı, üzerine kontür (motif) çizilmeyi bekleyen ham eserler ve renk renk boyaların istiflendiği şişeler ile dolu. Kadınlar hamamı kısmındaki en geniş alanda ise üretilen eserler sergileniyor. Eserlerden bir kısmının altyapısı Kütahya, bir kısmının altyapısı ise İznik. Buradan ve diğer satış yapılan yerlerden çini eşya satın alacak kişilerin buna dikkat etmesi gerekiyor.

II. Murat Hamamı’nın hemen çaprazında çini ustası Kadir Yılmaz’ın yeri bulunuyor. Kadir Usta bu mesleğin eskilerinden ve gerçekten de orijinal eserler ortaya çıkaran biri. Kendisi burayı gezmeye gelen turistlere, tıpkı Kapadokya bölgesinde olduğu gibi çamurdan bu işin nasıl şekillendirildiğini, tezgahta uygulamalı olarak gösteriyor. Anlattığına göre, çini eserlerin üretiminde kullanılan çamur, içinde parçacık barındırmayan ve süzülerek hazırlanan, özel bir nitelik taşıyor ve bu yöreden temin edilebiliyor. İçinde kuarts maddesini barındıran bu çamurdan ortaya çıkarılan eserler özel işlemlerden geçip, desen çizilip boyandıktan sonra fırınlanarak nihai haline getiriliyor. Kadir ustanın dükkanında gördüğümüz ve Almanya’daki bir yarışmada birincilik ödülü kazanan “testi içinde testi” motifli eser gerçekten de büyüleyici. Kadir usta bizim için de, göz açıp kapayıncaya kadar Osmanlı döneminde kullanılan tarzda bir gözyaşı şişesi ile çerez kasesini çamurdan yoğurarak, beğenimize sunuyor. Ustamıza teşekkür ediyor ve kendisine veda edip yolumuza devam ediyoruz.

Sıradaki durak yerimiz Süleyman Paşa Medresesi, diğer bir ismi ile Çiniciler Çarşısı. Medresenin kapısından içeri girdiğimizde, kendimizi İstanbul’daki Küçük Ayasofya Medresesi’nin avlusu benzeri bir yapının bahçesinde buluyoruz. Geniş avludaki tahta masalarda oturanların bazıları çini boyuyor, bazıları çaylarını yudumluyor, bazıları ise koyu bir sohbete dalmış. Medrese avlusundaki odaların her biri, çini işi ile uğraşan ve çinilerle süslü eserlerini sergileyen zanaatkarlar tarafından kullanılıyor. Burada satılan çini eserler arasında; değişik motiflerle süslenmiş kolye uçları, küpeler ve kol düğmeleri, çeşitli büyüklükte yapılmış tabaklar, vazolar ve kaseler, farklı desenler verilmiş karolar ve daha niceleri var. En çok çalışılan desenler arasında, lale ve karanfil motifleri, Haliç motifi ve Çintemani geliyor. Haliç motifi, insanın Mevlana gibi döne döne Allah’a ulaşmasını simgeliyor ve genellikle mavinin farklı tonları kullanılarak yapılmış. Klasik Türk motiflerinden olmayan Çintemani ise, Woolmark markasını simgeler tarzda üç yuvarlaktan oluşuyor ve Buda’nın gözleri ile dudaklarını, bir başka rivayete göre ise “güç, kuvvet ve iktidarı” simgeliyor. Süslemelerde mavi ve kırmızı renkler ön planda. Huzur dolu bu mekanı, keyfine vararak dolaşmanızı ve sevdiklerinize küçük de olsa bir hediye almadan buradan ayrılmamanızı öneririz.

Çini eserler konusunda görülmesi gereken yerlerden biri de İznik Çini Vakfı. Aslında Çiniciler Çarşısı’nda çalışan birçok kişi 1989 yılında faaliyete geçirilen bu yerde yetişip daha sonra kendi işlerini kurmuş olan ustalar. Vakıfta bugün de üretim yoğun olarak sürdürülüyor ve çini eserlerin satıldığı bir sergi salonu mevcut. Vakfın bahçesinde eskiden kullanılan ateşle çalışan çini fırınlarını görebilirsiniz. Günümüzde ise yoğun talebe cevap verebilmek amacı ile üretim elektrik fırınlarında sürdürülüyor. Buradan veya başka bir çini dükkanından alacağınız eserlerde dikkat etmeniz gereken en önemli husus, eserin içinde bulundurduğu kuarts miktarı. Bu miktar ne kadar yüksek olursa, çini eserin değeri ve fiyatı da o kadar yüksek oluyor. Bu nedenle, aynı büyüklük ve motifte bir eseri bir yerde 40, başka bir yerde 200 YTL’ye görürseniz şaşırmayın. Bu içindeki kuarts miktarından ve işçilikten kaynaklanıyordur.

Tarihi Surlar ve Kemerli Kapılar

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, İznik 5 km uzunluğunda surlarla çevrili bir eski başkent. Surların bir kısmı yıkılmış olmasına rağmen, bir kısmı hala ayakta ve sağlam. Hatta bazı bölgelerde kesintisiz olarak uzanmaya devam ediyor. İznik’in dört ana kapısı var. Bunlardan biri, ilçeye girerken kemerleri altından geçtiğimiz İstanbul Kapı, ikincisi ise Lefke Kapı. Her iki kapının bulunduğu yerde de kemerli bir yapı tarzı söz konusu. Kapının dış duvarlarında, eski dönemde Germenlerin burayı işgali sırasında kazandıkları zaferi sembolize etmek üzere dikmiş oldukları anıttan kalma kabartmaların yer aldığı parçalar bulunuyor. Lefke Kapı’nın hemen dışında, M.S. VI. Yüzyılda İmparator Jüstinien tarafından yaptırılmış olan ve yakın geçmişe kadar kentin su ihtiyacını karşılayan, günümüzde de ayakta kalmış bulunan bir su yolu var. Su kemerlerinin devamında sol kolda Sarı Saltuk Türbesi ve Candarlı Halil Hayrettin Paşa Türbesi yer alıyor. Bu yolu izleyerek yokuşu çıktığınızda, Abdülvahab Sancaktar Türbesi’ne ulaşıyorsunuz. Burası hem mübarek bir zatın mezarını ziyaret edebileceğiniz, hem de İznik’in tümünü kuşbakışı seyredebileceğiniz bir yer. Buradan çekeceğiniz fotoğrafın bir karesine zeytin ağaçları, bir karesine üzüm bağları, diğer bir karesine ise İznik Gölü girecektir.

Şehrin ayakta kalan diğer kapısı olan İstanbul Kapı da, Lefke Kapı’ya benzer bir mimari yapı tarzına sahip. En önemli farkı, kapı girişinin üst tarafında sağlı sollu yer alan çirkin görünüşlü masklar. Bunlar, şehri istila etmeye gelen düşmanları korkutup kaçırmak amacı ile yapılmış. İstanbul Kapı’nın dış kısmında da Germenlerin kazandıkları zaferi sembolize eden motiflerin olduğu taş parçaları bulunuyor.

İlçenin diğer iki kapısı olan Yenişehir Kapı ile Göl Kapı ise büyük ölçüde tahrip olmuş durumda. Yenişehir Kapı’nın olduğu tarafta antik Roma tiyatrosunun kalıntıları bulunuyor. Yaklaşık 15.000 kişi kapasiteli olduğu tahmin edilen antik tiyatronun seyircilerin oturduğu kısmı ile hayvanların arenaya salındığı tünel kısmı büyük ölçüde ayakta kalmış olmasına rağmen, yapı bugün tamamen ihmal edilmiş durumda. Bu tiyatronun bir başka özelliği de, tarihte ilk rüşvet olayının yaşandığı yer olması. Rehberimizin verdiği bilgiye göre, M.S. 98-117 yılları arasında yapılan tiyatronun inşaası sırasında vali Plinius ile Roma imparatoru Trajanus arasında, alınan ödeneklerin doğru sarf edilip edilmediğine ilişkin ciddi ihtilaflar yaşanmış. Antik tiyatro, içindeki pisliğin temizlenmesi ve gerçek değerinin günışığına çıkarılması halinde turistlerin gezmekten keyif alacakları önemli bir tarihi eser niteliği taşıyor.

Yeraltı Mezarları ve Obelisk

İznik içindeki yerler dışında, ilçeye bağlı bulunan beldelerde de gezilecek birçok önemli yer var. Bunlardan biri, eski İznik evlerinin bulunduğu İnikli. Elbeyli ilçesinin devamında yer alan bu yerleşim biriminde, cumbalı tarzda, orijinal kapı motifli eski İznik evleri bulunmakta. Ancak, evlerin kapısının çoğuna kilit vurulmuş ve camları kırılmış durumda. Köy sit alanı içinde olmasına rağmen, restorasyon için köylülere yeterli kaynak aktarılmadığı için terk edilmiş vaziyette. Yaşam ise daha çok eski evler yıkılarak yapılmış yeni yapılarda sürdürülmekte.

Gezilebilecek önemli yerlerden biri de Yeraltı Mezarları. Bunlardan bir tanesi, Elbeyli kasabasının Hesbekli mevkiinde bulunan ve içinde cennet görüntülerinin tasvir edildiği M.S. IV. Yüzyılda yapıldığı anlaşılan bir yeraltı mezar odası. Üzeri bir tonozla örtülü olan odanın tavan ve duvarları geometrik motifler ile hayvan figürlerinden oluşan fresklerle dolu. Bu yeraltı mezarını gezebilmek için, öncelikle İznik Müzesi’nden bir görevli ayarlamanız ve kilidi açtırmanız gerekiyor. Diğer bir yeraltı mezarı ise, aynı bölgede bir tarlanın iç kısmında kalmış. Taş bir kapısı bulunan ve daha önce içinde üç mezarın olduğu tespit edilen bu yerin içi hazine avcıları tarafından büyük ölçüde tahrip edilmiş ve kirletilmiş durumda. Tıpkı filmlerdeki mezarları anımsatan bu yerin içine girdiğimizde, sanki taş kapının arkamızdan üzerimize kapanacağı gibi bir hisse kapılıyor ve ürperiyoruz.

Elbeyli kasabasını birkaç kilometre geçtikten sonra görebileceğiniz eserlerden biri de, tarla içinde kalmış, Beştaş (Obelisk) anıtı Bu yapı, M.S. I. yüzyılda yaşamış Casius Philiscus isimli varlıklı bir prens için, halkı tarafından üçgen biçimli beş taşın dikdörtgen bir kaide üzerine konulması ile yapılmış. Günümüzde ise, elma ağaçlarının olduğu bir tarlanın ortasında kalmış durumda, tıpkı bir bostan korkuluğu gibi.

Tüm gördüklerimiz ve düşündüklerimiz ile yaklaşık 10 asırdır birçok önemli medeniyete ev sahipliği yapmış bir tarih ve kültür mozaiği olan İznik’ten ayrılırken, “yeni bir medeniyet yaşanıyor eskisinden hiç habersiz” dizesini mırıldanıyoruz, sessiz ve derinden. Başta Hıristiyanlar olmak üzere birçok yerli ve yabancı turistin gezip görmeye geldiği bu tarih mirası, şimdilerle yeterli ilgi ve korunmuşluktan çok uzak. İzlenimlerimiz yerel yöneticilerin de bu mirasa ve değerlerine yeterince sahip çıkmadıkları yönünde. Yurtdışında en ufak bir taşa bile nasıl sahip çıkılıp, turizme kazandırıldığı düşünüldüğünde, bu umursamazlık umut kırıcı geliyor bizlere. Umarız devletimiz buraları sit alanı ilan etmenin ötesinde bir bakış açısı ile sahip çıkar, yoksa ileriki dönemde sahip çıkamadıklarımıza sahip çıkacaklar bulunur.

Geçmişi Bugüne Taşıyan Bir Açık Hava Müzesi: Cumalıkızık

İznik’den sonra yolculuğumuzun rotasını ikinci durağımız olan, Uludağ eteklerindeki Cumalıkızık Köyü’ne çeviriyoruz. İznik-Orhangazi arasındaki zeytin ağaçlıklı, pembe-beyaz çiçeklerle bezenmiş meyve ağaçlarının bulunduğu, İznik gölünün dingin görüntüsü ile süslenmiş asfalt yolu geriye sarıyor ve Orhangazi İlçesi’ne geliyoruz. Buradan Bursa istikametine sapıyor ve Gemlik üzerinden yolumuza devam ediyoruz. Bursa girişindeki Özdilek Alışveriş Merkezi’ni geçince, hemen eski Ankara yoluna sapıyor ve 20-25 dakika yol aldıktan sonra, nihayet sağ tarafta Cumalıkızık tabelasını görüp içeri doğru giriyoruz. Artık, Anadolu’ya ilk gelen Türk boylarından biri olan Kızıklar tarafından Orhan Gazi döneminde kurulmuş yedi köyden (Bayındırkızık, Derekızık, Hamamkızık, Değirmenlikızık, Fidyekızık, Cumalıkızık) biri ve ayakta kalan en son örneği olan 700 yıllık geçmişe sahip Cumalıkızık Köyü’ndeyiz. Hava kapalı olmasına rağmen, köy girişindeki geniş otopark, hepsi de burayı gezmek amacıyla gelmiş olan turistlerin araçları ile yarı yarıya dolu. Son birkaç yıl içinde artan bu yoğun ilgide, Küçük Emrah’ın oynadığı Kınalı Kar dizisinin bu köyde çekilmesinin rolü büyük. Bugün devlet tarafından sit alanı olarak ilan edilmiş olan ve içinde 350 hane bulunan köyün sokakları çok dar ve taşlık olduğundan, arabayı köy girişindeki otoparka bırakıyor ve köylü kadınların sağlı sollu yer tuttuğu ve çeşitli meyve-sebzeler ile el emeği ürünlerini sattıkları tezgahların bulunduğu arnavut kaldırımlı taşlık yoldan ağır ağır yukarı doğru tırmanıyoruz.

Cumalıkızık Köyü; daracık sokakları, Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerini sergileyen eski tip ahşap evleri, orijinal kapı tokmakları ve sokak çeşmeleri ile adeta bir açık hava müzesi. Köy bir yamaca kurulmuş ve sokakları, ancak yaya ve at arabalarının geçebileceği genişlikte. Sokakların hemen hepsi taş döşeli ve kaynak suları akıyor. Belki de bu nedenle, köy sokakları son derece temiz.

Köydeki evler adeta iç içe inşaa edilmiş durumda. Genellikle üç katlı ve yüksek avlu duvarlar ile çevrili. Evlerin çift kanatlı yüksek kapıları, demir dövme kapı tokmakları hala geçmişteki işlevlerini sürdürüyor. Evler yapılırken aile mahremiyetine son derece özen gösterilmiş. Cumbalı evlerin pencereleri ikinci katta bulunuyor ve kafesli yapılmış. Bu şekilde, sokaktan evlerin içinin görünmesi bir ölçüde engellenmiş. Kafes arkasından bakanlar ise sokağı rahatça görebiliyor. Evlerin yapımında güneşte kurutulmuş tuğla, ağaç ve kerpiç kullanılmış. Çamur sıvalı duvarlar, mavi, mor, koyu sarı ve açık yeşil gibi renklerle boyanırken, ahşap kısımlar kendi renginde bırakılmış. Araç girmeyen bu güzel ve dar sokaklarda dolaşırken, güzel yüzlü insanların siması bozulmamış çehrelerini de kare içine alan güçlü fotoğraflar çekmeniz mümkün.

Yöre halkı çok misafirperver, içten ve sıcak insanlar. Tüm evlerin avlusu var ve hepsinin içinde ekmek pişirmek için yapılmış tandırlar bulunuyor. Ev sahipleri tandırda pişirdikleri gözlemeleri misafirlere ücreti mukabili ikram ediyorlar. Ancak sizin canınız kahvaltı mı etmek istedi, o zaman da size ahududu reçelinden böğürtlen reçeline, köy peynirinden zeytinyağlı dolmaya kadar envai çeşit yiyeceği içine alan zengin bir kahvaltı sofrası sunuyorlar. Tabii sizi ilkbaharın bu serin günlerinde evlerinde soba yanan sıcak bir odada ve yer sofrasında ağırlamaları da işin başka bir güzel tarafı. Biz bu evlerden Osmanlıevi’ni tercih ediyor ve ayakkabılarımızı çıkardıktan sonra çıktığımız evin ikinci katındaki odada bulunan sıcak sobanın başına kuruluyoruz. Ismarladığımız peynirli, patatesli, ıspanaklı gözlemeler ile kahvaltılıkları sıcak çay ile afiyetle yiyor ve kafesli pencerenin arkasından sokağı seyrederken geçmişten bugüne derin bir sohbete dalıyoruz.

Tadına doyamadığımız bu kahvaltı sonrasında köyü gezmeye devam ediyoruz. Dar sokaklardan yukarıya doğru çıkarken birbirini kesen birçok ara sokak ile karşılaşıyoruz. Sokak başlarında gördüğümüz levhalar da köyün genel yapısı ile uyumlu ve ahşaptan yapılmış. Bu levhalardan biri özellikle dikkatimizi çekiyor: “Cin Aralığı”. Aslında bu levhayı görmesek, belki de karşımıza duvar gibi çıkan evin kapısını gördükten sonra geri döneceğiz. Ama tabelayı görünce ilerliyoruz ve sadece bir kişinin geçebileceği kadar dar bir aralık ile karşı karşıya kalıyoruz. Şaşırdığımızı gören bir köylü bize bu aralığın 1. Dünya Savaşı’nda düşman saldırısı sırasında köylülerin kaçmak için kullandığı bir yer olduğu bilgisini aktarıyor.

Köy içinde görülmesi gereken yerlerden biri de, üst tarafta köy kahvesinin hemen altında yer alan Sanatevi ve Etnografya Müzesi. Burada, eski dönemden kalma mutfak ve ev eşyaları, tarla sürmekte kullanılan aletler, yöresel giysiler ve takılar ile daha birçok antika eşya bulunuyor. Bu müzenin karşı tarafında ise köyün camisi yer alıyor.

Köylülerin geçim kaynakları, yetiştirdikleri çeşitli sebze ve meyveler ile kendilerinin üretip sattıkları süzme bal, envai renk ve çeşitte yapılmış reçeller, erişte tarzı hamur işleri, ıhlamur gibi şifalı bitkiler. Son yıllarda Kınalı Kar turizmi nedeniyle köye gelen turist sayısının artmasıyla birlikte, köylülerin satışları da artış göstermiş. Neredeyse her köy evinin kapısının önünde bir satış tezgahı kurulu. Köyün simgelerinden biri de, ekşi maya ile yapılan ve odun ateşinde pişirilen Vakf-ı Kebir tipi ekmekler. Aldığımız bilgiye göre, köy dışından da bu ekmeklere çok talep oluyormuş.

Geri Dönüş ve Son Söz

Artık Cumalıkızık Köyü’nden ayrılma zamanı. İki günlük bu hafta sonu seyahatimize başladığımız İstanbul’a dönmek üzere ilkbaharın yeşile boyadığı dağlar ve ovaları geride bırakarak bizi geri götürmek üzere hazırlık yapan Yalova’daki feribota ulaşmak üzere yola koyuluyoruz. Arkamızda zengin bir kültürün izleri, aklımızda 3 büyük medeniyete başkentlik etmiş İznik’in rengarenk çinileri, kulağımızda İznik gölünün sahili döven dalgaları, gözbebeğimizde Cumalıkızık Köyü’nün Osmanlı tarzı eski ahşap evleri, damağımızda böğürtlen reçelinin iştah açıcı lezzeti… İlkbaharın insanın içini kıpır kıpır yapan doyumsuz neşesi ile coşmanız ve memleketimizin hemen yanı başımızdaki güzelliklerini görmeye özlemle koşmanız dileklerimle…

Doç.Dr. Mustafa Kemal Yılmaz

İlgili Yazılar

Yazılarım

Tokat – Karadenizden İç Anadoluya Uzanan Zümrüt Yeşili Bir...

Yazın bu sıcak günlerinde herkes tatil için Ege ve Akdeniz Bölgesi’ndeki tatil beldelerine akın...

Marmara Adası – Çınar Ağaçlarının Gölgesinde Ada Sefası

Çoğumuz için adalar, yazın sıcak günlerinde serin bir deniz esintisinin ferahlığını hissedebileceğimiz, trafik gürültüsünün...

Erzurum – Dadaş Ellerinde Yaz Sefası

Kadim çocukluk arkadaşımla birlikte yazın bunaltıcı sıcaklarından kaçmak için nereye gidelim diye düşünürken,Dadaşlar Diyarı...

Pamukkale / Denizli – Anemonların Kucağında Uzanan Bir Asil...

İlkbahar yağmurlarının hayat verdiği doğanın kucağında, pembe-beyaz perçemlerini aralayan çiçeklerin yeşilin binbir tonu ile...

Kütahya – Frig Vadisi’nin Çintemanisi

Tebdil-i mekanda ferahlık olsa da, bazen iş seyahatleri birbirinin peşi sıra gelince sıkıntı verici...

Bombay – Yakın Doğunun Uyumayan Şehri

Seyahat yaşamınızın bir parçası oldu ise, seyahat kitapları okumak da bir başka parçası olmuş...

Kategoriler

Yorumlarınız