Çoğumuz için adalar, yazın sıcak günlerinde serin bir deniz esintisinin ferahlığını hissedebileceğimiz, trafik gürültüsünün ruhu yorgun düşüren uğultusundan kaçabileceğimiz nadide dinlenme mekanlarıdır. İstanbul’da yaşayan bazı dostlarımız bu keyfi çok uzaklara gitmeden Prens Adalarına (Büyükada, Heybeliada, Kınalı, Burgaz) kısa bir vapur turu yaparak giderirken, bizim gibi uzağı yakınsamak isteyen gezi dostları da eski tip ağır aksak giden arabalı vapurların güvertesinde, 3 saati bulan nostaljik bir yolculuğu tercih edebilirler. Hadi sizi daha fazla meraklandırmadan söyleyelim, bu seferki rotamız Türkiye’nin Gökçeada’dan sonra ikinci büyük adası olan Marmara Adası, seyahatimize başlangıç noktamız ise Marmara Bölgesi’nin şirin tatil beldelerinden biri olan Erdek.
İlkbaharın çiçek kokularını barındıran latif esintilerinde, sıcağın şiddeti kavurucu yüzünü göstermeden Erdek sahilinden Marmara Adası’na uzanan bir yolculuğa çıkacağız hep birlikte. Sakin sakin yol almaya başlayacağı saati bekleyen arabalı vapurun güvertesindeyiz. Erdek’ten Marmara Adası’na her gün düzenli olarak saat 11:00 ve 19:00’da kalkan arabalı vapurlar işliyor. Marmara Adası’ndan geriye dönüş ise her gün saat 16:00’da. Bu vapurlar ile Cuma ve Pazartesi günü seyahat ederseniz kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Çünkü bu günlerde gemi, doğrudan Marmara Adası’na gitmek yerine, önce Paşalimanı, Avşa ve Ekinlik adalarına uğruyor. Siz de gemiden aşağı inip içinde dolaşmasanız bile, bu güzel adaları dışarıdan görebilme şansına sahip oluyorsunuz. Artık Erdek iskelesinden ayrılma zamanı. Biraz önce fırından aldığımız taze simitleri çay eşliğinde güvertede keyifle yiyerek yolculuğumuza başlıyoruz.
Paşalimanı – Avşa – Ekinlik Hattı
Erdek Körfezi’nde yol alarak Ocaklar, Narlı ve Büyük Ova kıyılarını ağır ağır arşınlayan emektar gemimiz, 1.5 saat sonra bizi ilk durak yerimiz olan Paşalimanı iskelesine ulaştırıyor. Tertemiz bir sahili bulunan ve eski bir Rum köyü olan Paşalimanı (Rumca adı ile Uskupya) balıkları ile de ünlü olduğundan diğer bir adı da Balıklıköy. Paşalimanı’nda şimdilerde bir yapılaşma hareketi göze çarpıyor. Ada büyük olmamakla birlikte, sarı renkte katır tırnaklarının süslediği yemyeşil yamaçlar görülmeye değer. Adanın beş köyü var, en önemli geçim kaynağı ise balıkçılık ve ziraat.
Paşalimanı’ndan ayrılıp, denizin pürüzsüz maviliğinde yolculuğumuza geri dönüyoruz. Yeni rotamız, yaz aylarında yerli turistlerin gözde mekanlarından biri olan Avşa Adası. Adaya yaklaştıkça kumsalın güzelliği ve denizin berraklığı dikkatimizi çekiyor. İlkbaharın bu günlerinde deniz soğuk olduğundan, güneşlenen birkaç kişi dışında sahil tenha. Adanın en önemli geçim kaynağı turizm ve kısmen de bağcılık. Ada, şarap yapmakta kullanılan üzüm bağları ile ünlü. Yayvan konumu, kumsalının uzun-geniş ve denize girmeye elverişli, ada içi ulaşımın da kolay olması burayı Marmara Adası’na göre daha gelişmiş bir düzeye çıkarmış. Nitekim, adanın kışın 1000-1500 olan nüfusu yaz aylarında 30.000’e kadar çıkıyor. Diğer bir ifade ile, Avşa Adası turizm açısından Marmara Adası’nı çoktan sollamış durumda. Zaten gemiden bakıldığında, adanın muhtelif yerlerinde göze çarpan inşaat görüntüleri de bunun en açık kanıtı. Ancak, yerleşim yerlerinin kıyıya çok yakın ve iç içe olması adanın doğal görüntüsünü bozuyor.
Marmara Adası’na gelmeden önceki son durak yerimiz Ekinlik Adası, Rumca ismi ile Kutali. Ada dış görünüş itibariyle ters çevrilmiş bir kaşığa benziyor ve yemyeşil bir bitki örtüsüne sahip. Adada buğday ekimi yapılıyor, belki de bu nedenle adaya Ekinlik ismi verilmiş. Gemiden bakıldığında, hemen kıyı kesiminde eski Rum evlerinden birkaç örnek, tarihi kilise duvarının yıkık kalıntıları ve eskiden kullanılan değirmenlerden bazılarının silindir biçimli, geniş çeperli gövdeleri göze çarpıyor. Bugün ise adada, çoğu Kastamonu bölgesinden buraya göç etmiş bulunan Abanalılar yaşıyor. Yakın zamanda adayı ziyarete gelen Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Bartalomeos, Ekinlik adasında hem ayin yapmış, hem de buradaki metruk kilise ve manastırların restorasyonu için teklifte bulunmuş.
Çınar Ağaçları Gölgesinde “Marmaro” Adası
Nihayet Marmara Adası’na gelmek üzereyiz. Saatimiz öğleden sonra 14:30’u gösteriyor, güneş tüm parlaklığı ile tepemizde. Kıyıya yaklaşırken karşımızda zeytin ağaçlarının süslediği yemyeşil bir manzara… Adaya ayak basar basmaz havasının letafeti dikkatimizi çekiyor; hafif, oksijeni bol, nemi yok denecek kadar az. Sahil kesiminden başlayarak bizi karşılayan ve güneşten koruyarak rahat yürümemizi sağlayan asırlık çınar ağaçları bu güzel yaşam ortamında insanın ömrünü uzatacak cinsten. Yazın en sıcak günlerinde bile buraların esintili olduğunu öğreniyoruz sonradan. Bu nedenle olsa gerek, adada ortalama yaşam süresi 80 yıl. Sahil kenarında sıralanmış çay bahçelerinde, çınar ağaçlarının altında çayınızı yudumlamanın keyfi tarifsiz. Adanın merkezindeki en dikkat çekici bina, 1900’lerin başında mermerden yapılmış eski Yunan stili Hükümet Konağı ile, adanın eğitim-öğretim yapılan tek lisesi. Mimari tarzları itibariyle dikkat çeken bu eserler dışında, adanın geçmişini anımsatacak eski Rum evlerinden hemen hiçbir eser yok. Hatta tam tersine, sahil kesimi çarpık yapılaşmayı yansıtan yeni ve biçimsiz binalarla dolu.
Marmara Adası’nın kışın nüfusu 2500, yaz aylarında ise 5000-6000’e çıkıyor. Adanın Merkezi dışında beş tane önemli köyü var. Bunlar; Çınarlı, Gündoğdu, Topağaç, Asmalı ve Saraylar. Ada halkının önemli bir kısmı Girit’ten buraya göç etmiş Türkler ile Karadenizliler. Sahip olduğu mermer yatakları dışında, adanın en önemli geçim kaynağı balıkçılık-karides ile zeytincilik. Özellikle 1983-84 yıllarında başlayan karides avı 2000 yılına kadar adalıları ihya etmiş, ama adayı pek değil. Bu dönemde, adada yaşayan balıkçılar büyük para kazanmalarına rağmen, yanlış ve hesapsız avlanma sonucu bugün karidesten artık eskisi gibi verim alamıyorlar.
Adanın geçim kaynakları arasında turizm ise üçüncü sırada yer alıyor. Yöre halkı bunun en önemli nedenini, adanın Tekirdağ yerine Balıkesir’e bağlı olmasına bağlıyor. Adaya ulaşım Tekirdağ’dan daha yakın ve özellikle resmi işlerin halledilmesinde Balıkesir’e bağlı olunması önemli ölçüde zaman kaybettiriyor burada yaşayan halka. Ayrıca, Balıkesir ve Bandırma’dan adaya gezmek için gelen kişi sayısı fazla değil. Buna karşılık, Trakya halkı buraya daha fazla ilgi gösteriyor. Bugünlerde adanın Tekirdağ’a bağlanması yönünde alınmış bir belediye meclisi kararı var. İçişleri Bakanlığı’ndan bu kararın onaylanması ve uygulamaya konulması bekleniyor.
Adalıların verdiği bilgiye göre, buranın en hareketli zamanı 1 Temmuz – 30 Ağustos tarihleri arası. Deniz ancak ısınıyor ve yazlıkçılar adaya geliyor. Sahil kesiminde denize girilebilecek yerlerin sayısı Avşa Adası’nda olduğu kadar çok değil, ama deniz temiz ve çevre köylerde yazın gelen birçok yazlıkçının evi bulunuyor. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, turizm açısından ön planda olması gereken bu adada, dışarıdan gelen kişiler için kalacak birkaç orta vasıflı otel dışında fazla bir konaklama imkanı yok. 1980’li yıllara kadar evlerini pansiyona veren ada halkı da, bu tarihten sonra karides avcılığından elde ettikleri gelir sonrasında bu uygulamayı oldukça azaltmışlar. Ayrıca, adanın yerlisi olan birçok Girit göçmeni bizimle yaptıkları sohbetlerde, eski ve orijinal yemeklerinden bahsetmelerine rağmen, sahip oldukları balık lokantalarında bunları müşterilerine sunmuyorlar. Şimdilerde ise ada halkı, yeniden turist çekebilmenin ve cazibe merkezi olabilmenin yollarını arıyor.
Marmara Adası, İtalya’daki Carrera bölgesinden sonra dünyada en büyük mermer rezervine sahip ikinci yer. Adını İtalyanca’da mermer anlamına gelen “Marmaro” kelimesinden alan adada, Cumhuriyetin ilanından önce Rum, Yahudi ve Türk toplumları barış içinde bir arada yaşıyorlarmış. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ise bu mozaik parçalara ayrılmış ve önce Rumlar, daha sonra da Yahudiler adadan ayrılmış. Gezimiz sırasında tarihi dokusunu korumuş ufak çaplı birkaç kiliseye de rastlıyoruz.
Nato Tepesi’nden Gündoğdu’ya… Ada Turumuz Başlıyor…
Daha önce de belirttiğimiz gibi Marmara Adası, Gökçeada’dan sonra Türkiye’nin en büyük ikinci adası. Yüzölçümü 118 km2 ve çevresi 170 km. Adanın en yüksek tepesi, Paşalimanı, Avşa ve Ekinlik adalarının tümünü birden görebileceğiniz, Çanakkale ve İstanbul mevzilerini ayağınızın altına alabileceğiniz ve doyumsuz fotoğraflar kadrajlayabileceğiniz Nato Tepe. Radar yolu üzerinden Cennettepe mevkiini geçerek dar ve taşlık bir yoldan ulaştığımız Nato Tepesi’nin yüksekliği 706 metre. Bu güzergaha “Radar Yolu” denilmesinin nedeni, eskiden burada bir radar istasyonunun bulunuyor olması. Günümüzde ise buradan Galos fay hattı kontrol ediliyor ve ayda bir deprem ölçümleri yapılıyor.
Adanın hemen her tarafı yemyeşil. Bunun en önemli nedeni, adanın oldukça fazla sayıda su kaynağına sahip olması. Özellikle Topağaç bölgesi çok verimli bir ovaya sahip ve başta zeytin, ada çayı, kekik olmak üzere hemen herşey yetişiyor. Adanın dört bir yanı zeytin ağaçları ile çevrili olmasına rağmen, yöre halkı için fazla bir gelir getirmediğini öğreniyoruz bu ürünün. Tarım dışında adada küçükbaş hayvancılık (koyun, keçi) da yapılıyor. Yaban hayvanı olarak ise sadece tilki ve tavşan var.
Nato Tepesi’nden mermer ve taş ocaklarının bulunduğu Saraylar’a doğru inerken, sol tarafımızda Cenevizlilerden kalma kalenin burçlarını görüyoruz. Buraya araba ile değil fakat yürüyerek ulaşmak mümkün. Tepeden aşağıya doğru inerken mermer ocaklarının kuşbakışı görüntüsü objektifimize takılıyor. Büyük Kapı ve Küçük Kapı bölgelerini geçip Terra Rosa adı verilen kırmızı topraklı bölgeye geldiğimizde, artık sağımız ve solumuz mermer yatakları ve atıkları ile dolu. Bu bölgenin ismi Ulapaça Vadisi. Çok sayıda şimşir ağaçlarının bulunduğu bu vadiden ileriye doğru devam edip mermer ocaklarının yoğun olduğu bölgeye geldiğimizde ilk dikkatimizi çeken şey, birkaç tonluk dev peynir kalıpları şeklindeki beyaz mermer bloklar oluyor. Saraylar, adada işlenmemiş mermer bloklarının çıkarıldığı ve yurtdışına ihraç edildiği önemli bir liman bölgesi. Bölge mermer yatakları ile dolu, vadiler adeta mermer taşlarından pırıl pırıl parlıyor. Çevrede aktif olarak işletilen birçok mermer ocağı ve işleme tesisi var. Saraylar limanına en fazla 3000-4000 tonluk gemiler yanaşabiliyor. Köyün sahil kesimini ise, buraya yaz aylarında staj yapmak amacı ile gelen öğrenci ve sanatçıların mermerden yapmış oldukları, farklı figürlerdeki heykeller süslüyor.
Ada çok ciddi bir tarihi geçmişe sahip olmasına rağmen, tarihi eserlerin çoğuna ya sahip çıkılmamış ya da yabancılar tarafından el altından dışarıya kaçırılmış. Adanın, Saraylar bölgesinde bulunan açık hava müzesi dışında başka bir tarihi koruma alanı yok. Ancak, açık havadan götürüle götürüle bu müzede de birkaç tane sütun başı ve lahit parçası dışında pek bir şey kalmamış. Oysaki balıkçılar tarafından, av mevsiminde her ağ atıldığında denizden birçok anforanın çıkartıldığı, bu yörede eski gemi batıklarının bulunduğu ifade ediliyor. Arkeolojik amaçlı yapılan dalışlar sonucu denizden çıkarılan anforalardan bir kısmı bugün Bandırma’daki arkeoloji müzesinde sergileniyor, birçoğu ise ya el altından satılmış ya da tahrip edilmiş.
Saraylar beldesinin ilerisinde, 1912’de kurulmuş bulunan buharla çalışan eski bir Mermer Taş Fabrikası yer alıyor. Fabrika içinde, eskiden kullanılan makinalar, fırınlar ve aletler olduğu gibi duruyor. 1973 yılına kadar üretim yapılan bu fabrika, daha sonra imkansızlıklar ve teknolojik gelişim sonucunda kapatılmak zorunda kalınmış. Bugün fabrikanın içinde tarihi açıdan değer biçilmez makinalar ve araç-gereçler koruma altına alınmayı bekliyor. Ada halkından duyduğumuza göre, Rahmi Koç burayı kendi kurmuş olduğu teknoloji müzesine katmak için satın almak istemiş, ama fabrikanın sahibi satmaya yanaşmamış. Doğrusu bu kadar kıymetli bir tarihin ada dışına çıkartılması bana da uygun gelmiyor, ama koruma altına alınması gerektiği de kaçınılmaz bir gerçek.
Gündoğdu köyü adanın gördüğümüz en son ve en güzel köy. Burada daha çok Abanalılar yaşıyor. Köyün içinde en dikkat çekici şey, eskiden kullanılan zeytinyağı atölyeleri. Zeytin çuvallarının istiflendiği ve yağının çıkarılmasında kullanılan dibek taşlarının bir kısmı da hala ayakta. Köyün 150-200 civarında olan nüfusu yazın 1500’e kadar çıkıyormuş. Burası görüldüğü kadarı ile adada denize girmeye en elverişli yerlerin başında geliyor, ancak toprak ve dar yoldan köye ulaşım ancak vasıta ile mümkün.
Ada Yaşamına İlişkin Birkaç Tespit ve Öneri
Marmara Adası’nın çeşitli zenginlikleri ve imkanları olmasına rağmen, ada halkının kısa vadeli menfaat sağlama yaklaşımı adayı geri bırakmış ve dış dünya ile bağlantısını zedelemiş. Ayrıca, günümüzde de bu durumu tersine çevirmek amacıyla atılan somut adımlar yok denecek kadar az. Örneğin, adaya gelen turistlerin gezdirilebileceği ve adanın tanıtımının detaylı olarak yapılabileceği bir güzergah yok. Oysa böyle bir düzenleme ve organizasyon yapılıp, adaya dışarıdan gelenlere örneğin mermer ocaklarının işleyişi yerinde gösterilebilse oldukça ilginç olabilir. Ayrıca, mermerin bu kadar yoğun üretildiği ve ön planda olduğu bir yerde mermerden yapılmış orijinal ürünlerin sergilenip satılmaması da büyük bir eksiklik.
Adada sanatsal ve kültürel bir etkinliğe rastlamak zor. Saraylar bölgesindeki buharla çalışan tarihi mermer taş fabrikası adeta kaderine terk edilmiş durumda. Sosyal gelişim amaçlı açılmış bir mekan veya sanat okulu yok. Oysaki buradan çıkarılan ve atıl kalan mermerler dağlarda kullanılmayı ve işlenmeyi bekliyor. Belli ki adalılar sadece kısa vadeli para kazanmayı düşünmüşler, kazandıkları paranın kaynağını geri beslemeyi ise ihmal etmişler.
Adaya ilginin olmadığının bir başka göstergesi de adada sadece tek bir banka şubesinin (T.C. Ziraat Bankası) bulunması. Çok ciddi boyutta mermer ihracatının yapıldığı, balıkçılık ile zeytinciliğin hakim olduğu böyle bir adada sadece tek bir banka şubesinin bulunuyor olması düşündürüyor insanı. Zaten konuştuğumuz çoğu ada sakini de buradan mal çıkışının olduğunu, ancak refah girişinin olmadığını söylüyor bize.
Son Söz
Uzun ama keyifli bir yolculuktan sonra ulaştığımız Marmara Adası, bizi mermer yataklarının zengin ve renkli görüntüleri ile şaşkınlığa, ada halkının kişisel ve kültürel gelişime olan duyarsızlığı ile de hayal kırıklığına uğratıyor. Zengin bir tabiat, doğal ve tertemiz bir sahil şeridine sahip olan bu güzel adayı, sadece sahilden görmek ve güneş-deniz turizmi amaçlı gezmek yerine, her bir karışını adımlamanız ve ülkemizin gizli kalmış hazinelerini keşfetmeniz dileklerimle…
02/06/2006
Doç.Dr. Mustafa Kemal Yılmaz