Sonbahar yapraklarının yavaş yavaş dökülmeye başladığı Eylül ayının ortasında, asırlar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında kalan, şimdilerde ise çiçeği burnunda bağımsızlığını kazanmış bulunan Karadağ’a kanat çırpıyoruz. THY’nın Karadağ’a direkt uçuşu olmadığı için yolculuğumuzu Sırbistan üzerinden yapacağız. Saat 13:30’da havalanan uçağımız 1 saat sonra Belgrad semalarında. Osmanlının Dar-ül Cihan adını verdiği Belgrad’a doğru alçalırken, Tuna Nehri ve üzerindeki köprüler gözbebeklerimizi süslüyor.
Belgrad havalimanında 3 saatlik bir transit bekleyişin ardından Karadağ’a gitmek üzere, Montenegro Havayollarına ait eski model bir uçakla havalanıyoruz. Yaklaşık 40 dakika sonra Karadağ’ın Tivot Havalimanına doğru alçalırken, yemyeşil dağlar, dar patikalar ve masmavi bir deniz karşılıyor bizi. Tivot Havalimanı, Karadağ’ın iki havaalanından küçük ve konaklayacağımız Budva’ya yakın olanı. Diğer havalimanı başkent Podgorica yakınında. Havaalanından şirin bir sahil kasabası olan Budva’ya yolculuğumuz 20 dakika sürüyor. Etraf yemyeşil bir doğa örtüsü ve dağlarla çevrili. Otelimiz Budva’nın merkezindeki Avala Resorts and Villas. Bölgenin en güzel otellerinden biri. Odamın balkonuna çıkınca kendimi bir natür mortun kollarında hissediyorum. Palmiye ağaçları, pırıl pırıl parlayan deniz, muhteşem yat limanı, iki katlı, pencereleri tahta panjurlarla kapanan taş evler ve yemyeşil dağlar manzarayı süsleyen güzelliklerden sadece birkaçı…
Ortaçağdan Günümüze Uzanan Bir Görsel Ziyafet: Budva
Programım yoğun ve zamanım kısıtlı olduğu için sabah erken kalkıp Budva’yı gezmeye başlıyorum. Kale içindeki Eski Şehrin zemini kare taşlarla döşenmiş. Dar koridorlarla birbirini kesen sokak aralarında dolaşırken, kendimi 15. Yüzyıl Avrupa’sında hissediyorum. Renk renk çiçeklerle süslenmiş asma balkonları ile 2-3 katlı taştan yapılmış şirin evler görülmeye değer. Evlerin alt katında, tarihi dokuyu bozmayacak şekilde konuşlandırılmış ve girişinde çift kanatlı tahta kapılar bulunan dükkanlar var. Bu otantik atmosfer içinde göz zevkini bozan tek şey, sıcaktan korunmak için duvarlara asılmış olan klimalar. Eski Şehirde, mimari yapıları birbirinden farklı olan, ama giriş kapıları göz estetiğini okşayan vitraylarla süslenmiş kiliseler ile Budva Müzesi de görülmeye değer.
Eski Şehir yaşantısından kareleri objektifinize taşımak istiyorsanız, surlar boyunca uzanan gezi parkurunu adımlamalısınız. Beyaza boyalı ahşap panjurlu pencereleri dış dünyada açılan 2-3 katlı müstakil evler ve bahçeleri süsleyen palmiye ve nar ağaçları insanın iç dünyasını aydınlatıyor. Dar yolda ilerlerken, bir tarafınızı bu şirin evler, diğer tarafınızı ise muhteşem bir sahil şeridi süslüyor. Surlardan aşağı bakıldığında, denizin dibini süsleyen taşların parıltısı göz okşayıcı. Kalenin karşı tarafında bulunan ve tekne ile ulaşılan Saint Nicholas Adası da görülmeye değer.Dalgaların usul usul dövdüğü sahilde çok sayıda plaj var. Bunlardan biri de Eski Şehrin dibindeki halk plajı. Budva, başta Ruslar olmak üzere Avrupalı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği sayfiye yerlerinden biri. Yaz aylarında Budva’nın 600.000 olan nüfusu ikiye, üçe katlanıyor. Limana demirlemiş lüks tekneler de varlıklı insanların buraya gösterdikleri ilginin kanıtı. Budva’yı gezmek için en uygun mevsim ise Haziran ve Eylül ayları.
Budva gecelerinde farklı alternatifler sizi bekliyor. İster Kale içindeki eski yerleşim alanını gezip, daracık sokak aralarında dolaşabilirsiniz, isterseniz Kale duvarları dibindeki kafelerden birine oturup sıcak birşeyler içerek uzun sohbetler yapıp gelip geçeni seyredebilirsiniz. Bir başka alternatifiniz de, muhteşem yatların demirlediği liman boyunca yürüyüş yapmak. Gece kordon boyu canlı ve hareketli. Akşam yemeğinizi sahildeki lokantalardan birinde alabilirsiniz.
Budva’nın batı tarafındaki dağların yamacından uzanan yol takip edildiğinde, ülkenin başkenti Podgorica’ya gidilebilir. Kaş-Kalkan arasındaki yola benzeyen bu güzergahta, sağ tarafınızda birbirinden güzel koylar ve çoğunun Ruslara ait olduğunu öğrendiğim havuzlu villalar var. Karadağ’ın en lüks oteli olan Hotel Splendid de bu yol üzerinde. Budva’yı gezmek için en uygun tercih ya araba kiralamak ya da tekne turuna katılarak koylarda denize girmek. Otobüsle kıvrıla kıvrıla ilerlerken bir anda 10 km uzunluğunda, bugüne kadar içinden geçtiğim en uzun tünel olan Sozuia Tüneli’nin içine giriyoruz. İnsan bu tünelde yol alırken hiç sonu gelmeyecekmş hissine kapılıyor. Ülkenin en gözde turistik yerlerinden biri olan Saint Stefani Adası ile, eski krallık başkenti olan Çetinje de bu yol üzerinde.
Akşam yemeği öncesinde, turizmden sonra ülkenin en önemli ikinci geçim kaynağı olan, çevredeki bağlarda yetiştirilen üzümlerin fermante edilmesi ile yapılan şarapların üretildiği bir merkeze gidiyoruz. Eskiden askeri amaçlı olarak uçak hangarı ve karargah olarak kullanılan bu mahzende, bazıları insanın boyunu aşan fıçılar, sanki bir sanat eseri yaratır gibi estetik bir şekilde üst üste dizilmiş. Mahzende, yıllanmak üzere şişelenmiş şarapların saklandığı özel bir bölme de var. Gezi sırasında, bizler için özel hazırlanmış bir masanın etrafında, önümüze dizilen şarap bardaklarına, her biri hakkında yapılışına ilişkin bilgiler verilen beyaz-kırmızı şaraplar tek tek servis yapılarak beğenimize sunuluyor ve herkese birer şişe şarap hediye ediliyor.
“Lady of the Rock”, Pejesto ve Kantor
Budva’yı sahilden gezmenin en güzel yolu, Tivot’a gidip buradan bir tekneye binmek. Biz de, mütevazi bir tekne ile, güneşli bir öğleden sonrasında sağlı sollu dağların eşlik ettiği sahil şeridi boyunca salınıyoruz. Önünden geçtiğimiz koylarda insanların denize giriyor. Kaşar peyniri, domates, sucuk-pastırma ve balıktan oluşan öğle yemeğimizi aldıktan sonra ilk durağımız, “Our Lady of the Rock” adı verilen, 165 geminin taşıdığı taşlarla yapılmış iki katlı tarihi bir kilise. Yapımı 100 yıl süren kilisenin içindeki mermer kaplamalar, tavan ve duvar süslemeleri ve yağlı boya tablolar görülmeye değer. Kilisede çok sayıda antik eşya da bulunuyor. Ziyaretimiz sırasında bizi rencide eden tek şey ise, Osmanlıları barbar gösteren yağlı boya tablolar.
Kilisenin bulunduğu yerin karşısındaki sahilde Pejesto adı verilen bir yerleşim birimi yer alıyor. Cunda Adası’nı andıran bu şirin sahil kasabasında, taş işçiliği ile yapılmış ve dar sokak araları boyunca uzanan, otantik yapısı büyük ölçüde muhafaza edilmiş müstakil evler var. Sahilde, gezi teknelerinin demir attığı yerin ön tarafında bulunan kilisenin çan kulesine çıkıldığında, muhteşem bir manzara sizi karşılıyor. Kuleden, 360 derece açı ile baktığınızda; kırmızı çatılı taş evler, tarihi kiliseler, ikindi güneşinin ışık huzmeleri ile altın gibi parlayan muhteşem deniz ve biraz önce gezdiğimiz “Our Lady of Rock” ayaklarınızın altında. Bazı evlerin bahçesindeki asmalar ve bu asmalardan sarkan mor salkımlar insanın ağzının suyunu akıtacak cinsten.
Tekne gezisinde son uğrak yerimiz, 1200 yıllık bir geçmişe sahip olan Kantor. Kantor’un en önemli yeri, Eski Kale Bölgesi ile tepelere kadar uzanan ve 1200 basamaktan oluştuğu söylenen surları. Kalenin içinde, geniş bir yaşam alanı var. Taş döşeli ve birbirinin içinden geçilerek girilen dar sokak aralarında, alt katında dükkanların yer aldığı evler, çift kanatlı beyaz panjurlu pencereleri ve ferforjeli çıkma balkonları ile geçmişten günümüze izler taşıyor. Akşam geç saate kaldığımız için surlara çıkma imkanımız olmasa da, gecenin karanlığında aydınlatılmış görüntüleriyle surlar muhteşem bir ambiyans sunuyor.
Karadağ’a gelip tekne gezisi yapmayı düşünen dostlarımız için farklı alternatif güzergahlar olabileceğini de hatırlatmak isterim. Bu rotalardan biri, Karadağ’ı merkez seçerek karayolu ile Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a gitmek, diğeri ise tekne ile Hırvatistan’ın tarihi kenti Dubrovnik’e uzanmak olabilir. Bundan tam 10 yıl önce Dubrovnik’i gezmiş biri olarak, bu alternatifi kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum.
Ecdadımıza Saygı ile…
Asırlar boyu, Osmanlı’nın diline, dinine, gelenek ve göreneklerine saygı gösterdiği toplumların yaşadığı bu topraklara veda ederken, aklımda tarihi ve doğal güzellikleri ile insanın göz zevkini okşayan bir ülkenin izleri, yüreğimde ise Osmanlı’nın torunları olarak bu yerleri kaybetmiş olmanın acısı bulunuyor. Ecdadımıza rahmet ve minnet hisleri ile hepinize keyifli gezmeler diliyorum efendim…
Doç.Dr. Mustafa K. YILMAZ
18/09/2009