Yaz aylarının sıcak ve bunaltıcı günlerinde serinlemek için yaptığımız seyahatlerin bu seferki durağı, Türkiye’nin en batı ucunda yer alan ve yüzölçümü (290 km²) bakımından Türkiye’nin en büyük adası olan Gökçeada (İmroz). Adaya ulaşmak için ilk durağımız olan ve İstanbul’a yaklaşık 363 km mesafede bulunan Kabatepe Limanı’na yolculuğumuz araba ile 4,5 saat sürüyor. İstanbul-Tekirdağ-Keşan-Gelibolu güzergahını izleyerek geldiğimiz Kabatepe Limanı’ndan arabalı vapura binip yaklaşık 2 saat süren bir yolculuk sonrasında nihai varış yerimiz olan Gökçeada’nın Kuzulimanı iskelesine ulaşıyoruz.
Gökçeada’ya gitmeye karar verdiğinizde, seyahatinizin zamanını doğru olarak planlayabilmeniz açısından, Kabatepe Limanı’ndan arabalı vapur seferlerinin saatlerini önceden bilmenizde fayda var. Aksi takdirde, vapuru kaçırma ve limanda dört saat güneşin altında bekleme riskiniz var. Ayrıca, adanın yegane benzin istasyonunda satılan benzin düşük kaliteli olduğundan, adaya geçmeden önce Kabatepe Limanı’na gelmeden Keşan veya Gelibolu yakınlarında arabanızın deposunu doldurmanızda fayda var. Bu kısa girişten sonra, artık mavilikler içinden yol olarak adaya doğru yolculuğumuza başlayabiliriz.
Gökçeada’ya Hoşgeldiniz
Bizi taşıyan arabalı vapurun Gökçeada’daki varış yeri olan Kuzulimanı iskelesinden, adanın merkezine yaklaşık 7 km’lik bir yol kat ederek geliyoruz. Konaklamak için hem merkezde hem de iç kısımda yer alan köylerde bulunan pansiyonları kullanmanız mümkün. Bizim gibi biraz rahatınıza düşkünseniz, size Kaleköy’deki Gökçeada Resort Oteli, Eski Bademli’deki İmroz Oteli veya Zeytinli köyündeki Zeydali Oteli tavsiye edebiliriz. Özellikle yeni açılmış olan İmroz Otelin terasından ada manzarası görülmeye değer.
Ada denince ilk akla gelen şey tabii ki denizi. Adada denize girilebilecek en iyi yer Aydıncık koyundaki Kefalos plajı. Buraya Gökçeada’nın merkezinden Eşelek yolunu takip ederek yaklaşık 20 dakikada gelebilirsiniz. Yol dar ve kötü olmakla birlikte, rengarenk zakkum ağaçlarının varlığı, mis gibi kekik kokuları ve ağustos böceklerinin gün ortasında verdiği senfoninin en güzel nağmeleri yolun sıkıntısını size unutturuyor. Kefalos plajına “Kuzey Ege’nin Patarası” deniyor ki, gerçekten de bu tespit doğru. Hem kumsalı, hem de tertemiz denizi ile burası sıcak yaz günlerinde keyfine doyumsuz bir sahil. Kefalos plajının hemen sol tarafında ise şifalı çamuru ile ün yapmış Tuz gölü yer alıyor. Adayı ziyarete gelenler buradaki çamuru vücutlarına sürüp hem cilt güzelliği elde etmeyi, hem de şifa bulmayı ümit ediyorlar. Ancak, Tuz gölündeki çamurun şifa vermesi için 7-8 defa arka arkaya sürülmesi gerektiğini öğreniyoruz.
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi ada çok rüzgar alıyor, bu nedenle de özellikle sörf yapmak isteyen kişiler için ideal bir ortam sunuyor. Zaten özellikle yabancılar başta olmak üzere birçok kişi adanın bu özelliğinin farkında ve sörf yapan birçok insanı kıyıdan seyretme imkanı buluyorsunuz. Adanın bir tarafı rüzgarlı ve dalgalı olduğu zaman, diğer tarafı oldukça sakin oluyor. Rüzgarlı ve dalgalı kıyılarda denize girmek çok keyifli olmadığı için, tatilciler genellikle Kefalos gibi denizin durgun ve az çırpıntılı olduğu mevkilere gelmeyi tercih ediyorlar. Ayrıca, adada hiç nem olmadığından yazın en sıcak günlerinde bile terlemiyorsunuz.
Gökçeada çok kayalık bir yapılanmaya sahip. Kayalıkların aldığı farklı şekiller ise ayrı bir ilgi konusu. Bunu adanın hangi bölgesine seyahat ederseniz edin gözlemlemeniz mümkün. Özellikle Kuzulimanı bölgesindeki Aşkale koyunda yer alan, şiddetli dalgaların oluşturduğu Peynir Kayalıkları denizden görülmeye değer.
Kaleköy – Eski Bademli Hattı
Gökçeada yedi köyden oluşuyor. Adanın en hareketli köylerinden biri otelimizin de bulunduğu Kaleköy. Çay bahçeleri ile lokantaların büyük kısmı da burada bulunuyor. Yukarı Kaleköy tarafında ise, mutlaka gezilmesini önereceğimiz Ceneviz kalesi yer alıyor. Bu kalenin burçlarından adanın manzarasını seyretmek ve seyrine doyulmaz kareler fotoğraflamak imkanınız var. Ayrıca, Yukarı Kaleköy’de Rumlardan kalma taş evler ile de tanışıyoruz. Bu evlerin hala eski güzelliğini taşıdığını görmek, taş döşeli dar sokak aralarında gezinmek keyif veriyor bize.
Adanın gezilebilecek güzel yerlerinden biri de Eski Bademli köyü. Diğer köylerde olduğu gibi bu köyde de birbirleri ile Rumca konuşan insanlara rastlamanız mümkün. Köyün içi dar sokaklardan oluştuğu için, araba ile dolaşmak yerine yürüyerek gezmek ve taş döşeli sokakların her iki tarafında yer alan eski Rum evlerini fotoğraflamak daha keyif verici. Diğer Rum köylerinde olduğu gibi buradaki birçok evin kapısına da kilit vurulmuş durumda. Daha önce Rumlar tarafından yapılmış olan okul, günümüzde otel olarak kullanılıyor. Otelin yer aldığı mevki ise, adada gün batımının en güzel seyredilebileceği yerlerden birisi. Karşı tarafta yer alan ve adaya yaklaşık 16 mil (1 saat) uzaklığında bulunan Semadirek adası da bu fotoğraf içinde yerini alıyor. Eski Bademli köyünün meydanındaki şirin kahvede çay içip nefeslenmenizi, İmroz Otelin terasında ise akşam balık yiyip, gün batımının doyumsuz güzelliğini seyretmenizi tavsiye ederiz.
Zeytinli Köyü ve Madamın Dibek Kahvesi
Gökçeada’nın en güzel köyü Zeytinli. Yüksekçe bir tepede bulunan ve sokakları eski tip kesme taşlarla döşeli bu otantik köy içinde yer alan Rum evleri, orijinal hallerini büyük ölçüde muhafaza etmiş. Ancak evlerin birçoğu bugün boş ve terkedilmiş durumda. Bunun da Dereköy’ü anlatırken bahsedeceğimiz ayrı bir hikayesi var.
Zeytinli köyünü orijinal kılan yönlerinden en önemlisi, köy içindeki kahvehanelerde yapılan dibek kahvesi ve dibek kahvesinin yapıldığı en meşhur dükkan olan “Madam’ın Yeri”. Biz de Madam’ın kahvesini içtik ve buranın sahibi olan rahmetli Madam’ın eşi Yannis Efendi ile söyleştik. Madam iki yıl önce vefat ettiği için kahveyi bugünlerde eşi işletiyor. Kıyafeti ve tavırları ile sizi eski yıllara götüren Yannis Efendi, zamanında İstanbul’da otel ve lokanta işletmeciliği yapmış. Bu kahvenin hemen sağ ve sol tarafında da dibek kahvesi yapan diğer kahvehaneler yer alıyor. Bunlardan sağ tarafta olanı ünlü manken Nefise Karatay’ın babası Orhan Karatay’a, sol tarafta olanı ise eski Beşiktaş’lı futbolcu Hristo’ya ait. Yannis Efendi ile yaptığımız sohbet esnasında adada yapılan arkeolojik kazılar sonucunda adanın 5000 yıllık bir tarihi geçmişe sahip olduğunu öğreniyoruz. Eski zamanda adaya korsanların yaptığı saldırılar nedeniyle, tüm yerleşim birimleri adanın tepelerinde kurulmuş. Ada 14 ve 15. asırlarda ise ünlü kişilerin sürgün edildiği bir yer olarak kullanılmış.
Dereköy-Tepeköy ile Geçmişe Yolculuk
Adanın en ilgi çekici köylerinden ikisi Dereköy ve Tepeköy. Birbirine çok yakın olan bu iki köyü gezerken benzer duygu ve düşüncelere kapılıyoruz. Dereköy, zamanında 1950 hane ile Türkiye’nin en büyük köyüymüş, fakat adaya yarı açık cezaevinin kurulması ile başlayan tecavüz ve hırsızlık olayları sonucu boşalmış. Bunun da hikayesi şöyle. Zamanında devlet, adanın batı ucunda yer alan Uğurlu Köyü’nde yarı açık bir cezaevi inşaa etmiş ve bu cezaevindeki mahkumların Rumları taciz ve tecavüz etmesi sonucunda birçok Rum o dönemde mallarını yok pahasına satıp, evlerini kapatarak, başta Yunanistan ve ABD olmak üzere başka ülkelere kaçmışlar. Bugün Dereköy’de boş ve kapalı duran evlerin birçoğunun sahibi ABD, Kanada ve Yunanistan’da yaşıyor. Buraya sadece yaz aylarında Yunanistan’da yaşayan Rumlar geliyorlar. Diğer evler ise senelerdir kapalı durumda.
Günümüzde Dereköy tam bir ölü köy görüntüsü veriyor. Köyün içi tamamen harap ve terk edilmiş evlerle dolu. Köy içinde konuştuğumuz kişiler halihazırda 25 hanenin ikamet ettiğini söylüyorlar. Issız köy meydanında rastladığımız bir Rum ise, yazın Yunanistan’dan gelen birkaç Rum ailenin tarlaları ile ilgilendiklerini, kışa doğru da geri döndüklerini aktarıyor bize. Bu arada yeri gelmişken söyleyelim, kış mevsimi adada çok sert geçiyor, bu nedenle de çoğu Rum kışı Yunanistan’daki evlerinde geçirmeyi tercih ediyor. Dereköy’de sürekli yaşayanlar ise daha çok Karadeniz ve Doğu bölgelerinden göç ederek gelen halk.
Dereköy içindeki en ilginç yerlerden biri de eskiden kullanılan çamaşırhaneleri. Bu çamaşırhanelerin içinde maltız, çamaşır yıkanan kurnalar ve çeşmeler bulunuyor. Zamanında Rumların öncülüğünde adada hem Türkçe hem de Rumca eğitim veren güzel bir okul yapılmış olmasına rağmen, bu okul yaşanan göçler sonucu uzun zamandır harap ve kapalı durumda bulunuyor. Ayrıca köyde, biri halen kullanılan diğeri ise kapalı iki de kilise var.
Tepeköy Dereköy’e kıyasla daha fazla sahip çıkılmış bir yerleşim birimi. Buradaki evlerin sahiplerinin çoğu da yurtdışında yaşıyor. Ancak, diğer köylerle kıyaslandığında bu köyde eski evlerin restorasyon çalışmaları daha fazla göze çarpıyor. Bununla birlikte, burada da Dereköy’dekine benzer bir manzara var. Köyün girişinde yer alan Rumlar tarafından yaptırılmış okul, zaman içinde ilgisizlikten viraneye dönmüş durumda. Bu arada, gezdiğimiz tüm Rum köylerinde dikkatimizi çeken bir husus da, okulların kiliselerin hemen yanında yapılandırılmış olması. Ayrıca, hiçbir Rum köyünde camiye de rastlamıyoruz. Adanın en büyük camii merkezde bulunan 200 yıllık Fatih Camii.
Tepeköy’ün en özellikli yeri, Barba Yorgo’nun şarapları ve tavernası. Genellikle hafta sonu turları misafirlerini Cumartesi akşamı yemek için buraya getiriyorlar. Ayrıca, bu köyde Barba Yorgo’nun bir de şaraphanesi var. Ancak, köy yolu çok sapa ve ışıksız olduğundan, gece bu köye gelmenizi pek tavsiye etmeyeceğiz. Gelirseniz bile araba kullanırken çok dikkatli olmanız gerekiyor, bizden hatırlatması.
Adayı Turluyoruz
Tepeköy ve Dereköy’ü takip ederek adanın en batı ucunda bulunan ve zamanında cezaevinin yapıldığı yer olan Uğurlu köyüne ulaşıyoruz. Uğurlu köyü diğer köylerle karşılaştırıldığında yeni bir yerleşim birimi. Bunun en bariz kanıtı, evlerin diğer köylerdeki yapı tarzından farklı olması ve köyün içinde bir cami bulunması. Uğurlu köyünün olduğu liman çok güzel bir koya ve denize sahip. Ancak bu güzellik bakımsız ve başıboş bırakılmış. Oysa burası müthiş bir turizm merkezi olabilir. Uğurlu Limanı’nın hemen ilerisinde “Gizli Koy” adı verilen deniz açısından çok güzel bir yer bulunuyor. Ancak yol kötü olduğu için buraya araba ile gitmek oldukça sıkıntılı. Uğurlu köyünden geri dönerken yolumuz üzerinde Şirinköy’den geçiyoruz. Burada kooperatif usulü yapılmış birçok ev olmasına rağmen, az sayıda insana rastlıyoruz. Yollar ise, uzun süredir buraya el atılmadığı izlenimini veriyor. Şirinköy’ün ilerisinde yer alan Yuvalı’da ise Adalet Bakanlığı’nın kampı bulunuyor.
Şirinköy’ü geride bırakıp, sahil boyu, dar ve bozuk dağ yollarından tüm sahil şeridini dolaşıp adayı turluyoruz. Yollar iyi olmamakla birlikte, her virajı döndükten sonra karşımıza çıkan manzara muhteşem ve büyüleyici. Bu seyahatimizi tamamladığımızda adayı doğudan batıya tamamen dolaşmış oluyoruz.
Geleceğe Yönelik Uygunsuz Planlar
Adaya yaptığımız bu gezi sırasında Gökçeada’nın yakın bir gelecekte kumarhane merkezi olması yönünde çalışmalar yapıldığını, bu amaçla adaya bir havaalanı inşaa edilmeye başlandığını öğreniyoruz. Zaten gördüğümüz kadarı ile havaalanının pist kısmı da bitmek üzere. Kıbrıs’da olduğu gibi zengin yerli ve yabancı kumar tutkunlarını hava yolu ile adaya çekmeyi amaçlayan bu girişim, adada bugün var olan temiz havanın kirlenmesine yol açacaktır diye düşünüyoruz. Bugün ada biraz bakımsız, sıkıntılar içinde olsa bile, burayı gezmeye gelenlere huzur dolu bir ortam sunuyor. Kumarhane turizminin bu adaya taşınması ise, adayı biraz zenginleştirse bile mevcut ortamı büyük ölçüde olumsuz etkileyecektir kanaatindeyiz.
Bize göre Gökçeada’nın ihtiyacı olan şey havaalanından ziyade, özellikle yazın artış gösteren turizm potansiyelini rahatlatmak için düzenlenecek hızlı feribot seferleridir. Havaalanına yapılan yatırımdan çok daha düşük bir boyutta bir yatırım gerektiren bu feribotların temini ve Haziran-Eylül dönemi arasında adaya yapılacak ulaşım için tahsis edilmesi sonucunda buraya seyahat edenler arabalı vapur seferleri ile karşılaştırıldığında çok daha kısa sürede adaya ulaşacaklar ve rahat edeceklerdir.
Son Söz
Kendinizi şehrin boğucu ve nemli havasından kurtarmak, sessiz ve huzurlu bir ortamda denizi ve yeşili fotoğraflamak, mis gibi kekik kokularını içinize çekip, ağustos böceklerinin senfoni orkestrasından en güzel şarkıların nağmelerini sabah akşam dinlemek istiyorsanız, Gökçeada size istediğiniz bu fırsatı sunacaktır. Lüks aramayan mütevazi insanlar iseniz ve bizim gibi farklı yerler ve çehreler tanımak istiyor, yapacağınız uzun yolculuğu dert etmiyorsanız bu adaya gitmenizi ve doyasıya gezip görmenizi tavsiye ederiz. Şarap içmeden sarhoş olabilir, taş sokaklarda köy kokusunu içinize çekebilir, zeytinyağının en lezizini tadabilir, taş döşeli evlerin kuytusuna baş koyup geçmişi duyabilirsiniz. Geçmişi hatırlayarak, geleceğe uzanmanız, bugününüzü dolu dolu yaşamanız dileklerimizle…
Doç.Dr. Mustafa Kemal YILMAZ