Mustafa Kemal Yılmazhoşgeldiniz
Kişisel web sayfasına hoşgeldiniz

Çeşm-i Cihan Amasra

Yazın sıcak ve nemli günlerinde insan nefes alacak, kendini doğanın kollarına bırakacak bir yerlerin özlemini çekiyor. Biz de Amasra’ya, işte böyle bir Ağustos ayında kaçarcasına gidiyoruz. İstanbul’dan araba ile yaklaşık 6 saatlik bir mesafede bulunan Batı Karadeniz’in bu şirin ilçesi, bir taraftan doğal güzellikleri ile bizi kendisine hayran bırakırken, diğer taraftan da sahip olduğu çarpık yapılaşma ile bizde hayal kırıklığı yaratıyor. Sizleri daha fazla meraklandırmadan yolculuğumuza başlıyor ve sizi önce İstanbul’dan Amasra’ya, sonra da Amasra’dan Akçakoca’ya uzanan mavi-yeşil yolculuğumuzla başbaşa bırakıyoruz.

Yeşillikler İçinden Amasra’ya

Sabahın ilk ışıkları ile çıktığımız Amasra seyahatimizin ilk bölümünü TEM otoyolunda giderek geçiriyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası Bolu dağını aştıktan sonra TEM otoyolundan ayrılıp, Yeniçağa sapağından içeri giriyor ve Batı Karadeniz’in yeşili ile kucaklaşıyoruz. Artık yolumuz otobana göre daha dar, ama yeşilin tonları açısından daha zengin… Yolumuz üzerinde bastonları ile ünlü Devrek’ten, aşçıları ile ünlü Mengen’den, kara elmas diyarı Zonguldak’ın şirin ilçesi Çaycuma’dan geçerek önce Bartın’a, daha sonra da Fatih Sultan Mehmet’in “Çeşm-i Cihan” (dünyanın gözleri) yakıştırmasını yaptığı Amasra’ya ulaşıyoruz.

Amasra, Bartın’a 15 km uzaklıkta şirin bir Batı Karadeniz ilçesi. Buraya yaklaştığınızda sizi tepeden sahile doğru inen dar ve virajlı bir yol karşılıyor. Bu yoldan aşağıya doğru inerken göreceğiniz manzara ise, cihan padişahı Fatih Sultan Mehmet Han’a “Lala Çeşm-i Cihan bu mu ola?” dedirtecek kadar büyüleyici… Her döndüğünüz viraj sonrası karşınıza çıkan panoramik görüntüler sizi arabanızı sağa çekmeye ve bu muhteşem görüntüyü karelemeye kışkırtıyor. Aşağıya doğru inen yol boyunca, kurdukları küçük tezgahlarda yörede yetişen ürünleri satan köylülere de rastlamanız mümkün. Ağustos ayı fındık toplama zamanı olduğundan, buradan ucuz ve bol miktarda taze fındık alma imkanınız var.

İlçenin merkezine ulaştığımızda, sokak aralarından yol alarak konaklama için yer ayırttığımız otelimize doğru giderken, gözümüze çok sayıda pansiyon ilişiyor. Zaten buraya gelen turistlerin çoğu pansiyonlarda konaklamayı tercih ediyorlar. İlçedeki otel sayısı ise oldukça az. Üzülerek ifade edelim ki, otellerin ve pansiyonların birçoğu gerek temizlik, gerek hizmet kalitesi ve gerekse mimari açıdan hiç iç açıcı bir durumda değil. Yılın bu döneminde özellikle Karadeniz’in çeşitli bölgelerinden gelen insanlar burada tatil yapıyor. Özellikle hafta sonu ve kışın ise, Ankara’dan gelen kişiler buranın ağırlıklı turist potansiyelini oluşturuyorlar.

Büyük Liman – Küçük Liman Hattı

Amasra’yı kısaca Büyük Liman ve Küçük Liman mevkisi olmak üzere ikiye ayırmak yanlış olmaz. Büyük Liman mevkisini Amasra’nın dış denize açılan kapısı olarak görmek mümkün. Tüm tekneler, gezi motorları buraya demirliyor. Bu liman bölgesi bir anlamda Amasra’nın merkezi konumunda. İlçenin en büyük plajı da bu bölgede yer alıyor. Küçük Liman mevkisi ise daha çok bir iç deniz görüntüsü veriyor. Büyük Liman ile karşılaştırıldığında daha sakin olan bu bölgenin çevresinde daha çok çay bahçeleri ve lokantalar yer alıyor.

Her iki liman bölgesinden de denize girilebiliyor, ancak deniz maalesef çok temiz değil. Bu nedenle, Amasra’nın içinden denize girmenizi tavsiye etmeyiz. Yörede yaşayanlar denize girmek için genellikle Amasra’ya 15 km uzaklıkta olan Çakraz sahillerini tercih ediyorlar. Buranın denizi gerçekten de çok temiz ve kumluk. Çakraz sahilindeki deniz güzel olmasına rağmen, yerleşim ve yapılaşma oldukça çarpık bir görüntü arz ediyor.

Çakraz’a gitmek isteyenler için Amasra’nın içinden yarım günlük yemekli veya 2 saatlik yemeksiz tekne turları da yapılıyor. Karadeniz’in yeşil-mavi karışımı sularında gezinmek ve kıyı şeridinin güzelliklerini yakından görmek için bu turlardan birine katılmanızı tavsiye ederiz. Yaklaşık 45 dakika süren bu yolculuk esnasında, denize dik inen dağların muhteşem yamaç görüntülerini, Karadeniz’in hırçın dalgalarının biçimlendirdiği kayalar üzerinde oluşan doğal sanat eserlerini, yanınızdan atlaya zıplaya geçen yunus balıklarının şovunu keyif ve tebessümle izleyebilirsiniz. Tekne turuna katıldığınız takdirde yolunuz üzerinde Bozköy plajını ve daha birkaç doğal plajı da uzaktan da olsa görme şansına sahip olabilirsiniz.

Büyük Liman mevkisinden katılabileceğiniz bir başka tur da, Amasra’nın çevresini dört bir yandan doyasıya gezip görebileceğiniz, yaklaşık 45 dakika süren tekne gezisi. Bu gezi sırasında Tavşan adasını, ada kayalıklarının ürkütücü rölyeflerini, Küçük Liman bölgesi içinde yer alan tarihi eski hamam kalıntılarını, kaleiçi bölgesinin nostaljik yapılarını ve köprülerini görebilirsiniz.

Kale Bölgesi ve Amasra Müzesi

Amasra’nın gezilebilecek önemli yerlerinden birisi de Roma-Bizans döneminden kalma kalesi, daha doğrusu kale kalıntıları. Maalesef günümüzde bu kalenin üzerinde iç içe, gelişigüzel tarzda yapılmış evler ve pansiyonlar yer alıyor. Böyle olmakla beraber, sırf dar sokaklarında nostaljik bir gezinti yapmak, tepeden Amasra’nın doyumsuz doğal güzelliklerini seyretmek, eski tip müstakil, önlerinde rengarenk çiçek saksıları bulunan evlerden örneklerin yer aldığı Camiönü ve Zindan Mahallelerini adımlamak için bile kaleye çıkmaya değer. Bu mahallelerde eskiden kilise olan, Fatih Sultan Mehmet zamanında ise camiye dönüştürülmüş bulunan Fatih Camii ile Romalılar devrinden kalma, fakat şimdi kapısına kilit vurulmuş olan ve evler arasında sıkışıp kalmış küçük bir kilise (şapel) en dikkat çekici tarihi eserler.

Kalenin sol tarafında yer alan kapıdan geçip Sormagir Mahallesi içinden sağ tarafı takip ettiğinizde karşınıza çıkacak dik yokuş sizi “Ağlayan Ağaç” tepesine çıkaracaktır. Bu dik yokuşu çıkmayı göze almanızı ve burada sizi karşılayacak muhteşem Amasra manzarasına tanıklık etmenizi şiddetle öneriyoruz. Tepede yan yana sıralanmış banklardan birine oturup gün batımı öncesi çayınızı yudumlarken alacağınız keyfi eminiz unutamayacaksınız. Biraz daha sabırlı olur ve daha yüksekte yer alan denizciler için yapılmış fenere çıkan patika yolu izler ve güneşin batışını beklerseniz, buradan hem gün batımının doyumsuz kızıllığını hem de Amasra’nın tümünü görme ve ayaklarınız altında uzanan bir doğa harikasının doyumsuz fotoğraflarını çekme şansına sahip olabilirsiniz.

Amasra’nın gezilmeye ve görülmeye değer bir başka yeri de müzesi. Eskiden Bahriye Mektebi olan taştan yapılmış Amasra Müzesi’nin binası estetik bir yapıya sahip. Müzenin içi de dışı gibi çok iyi düzenlenmiş. Müze içinde, iyi aydınlatılmış, ferah ve temiz bir ortamda, Helenistik, Roma, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı döneminden kalma eserleri, yöresel giysi ve kilimleri, el yazması Kuran-ı Kerim örneklerini görebilirsiniz. Müzenin dışında da aynı şekilde eski dönemden kalma kaya mezarları ve sütun başlarından örnekler yer alıyor. Bize ifade edildiğine göre, yapılan çeşitli inşaat ve kazı çalışmaları sırasında, Amasra’da farklı dönemlerden kalma birçok tarihi esere ulaşılmış. Bu açıdan bölgenin çok önemli eski tarihi eserlere ev sahipliği yaptığı, daha nicelerinin toprak altında kaldığı söyleniyor.

Ne Yenir, Ne Alınır?

Amasra’da ne yenir diye sorarsanız, size balığı ile salatasının meşhur olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Amasra salatası çok ünlü ve orijinal. Salatanın içinde semizotundan rokaya, pancar turşusundan kuru fasulyeye kadar 29 çeşit türden ot ve sebze olduğu söyleniyor. Bir balıkçı kasabası olan Amasra’nın balıkları da bir o kadar leziz. Lokantaya gittiğinizde iki kişi için bir kişilik porsiyon istemenizi öneririz. Aksi takdirde mide fesadına uğrayabilirsiniz, çünkü porsiyonlar çok doyurucu.

Amasra’nın bir başka özellikli yeri de el yapımı ağaç eşyaların satıldığı Çekiciler Çarşısı. Hediyelik eşyaların satıldığı bu uzun dar çarşıda yer alan dükkanlarda envai çeşit hediyelik eşya bulabilirsiniz. Bunlardan ağaç oymacılığı sanatı kullanılarak yapılanlar oldukça dikkat çekici ve güzel. El yapımı gemi ve otomobil maketleri, mutfak eşyaları, ince işlenmiş kahve tepsileri, envai çeşit anahtarlıklar bunlar arasında sadece birkaçı. Tabii bu bölgeye yakınlıkları nedeniyle çarşıdaki dükkanlarda Devrek bastonları ve Safranbolu evlerini yansıtan maketler de oldukça fazla yer tutuyor. Bununla birlikte, birçok dükkanda Tahtakale malı, Çin ve Güney Afrika’dan ithal edilmiş hediyelik eşyalar da önemli yer tutuyor. Konuştuğumuz birkaç dükkan sahibi bize, ağaç oymacılığı ile uğraşan zanaatkarların bu sanatı artık para etmiyor diye yapmadıklarını ve bu iş ile uğraşan kişi sayısının gün geçtikçe azaldığını söylediler.

Amasra’da turizmi geliştirmek ve ilçeyi daha iyi bir konuma taşımak için yapılan çalışmalar da yok değil. Burada tanıştığımız Gönül Yıldırım, kurmuş olduğu Amasra Turizm Şirketi ile bu konuda adım atan kişilerden sadece birisi. Şirketin özellikle bahar döneminde Amasra çevresini gezdirmek ve tanıtmak için yaptığı turlar incelenmeye değer. Amasra’ya seyahat etmeden önce sıcak ve ilgili insanların çalıştığı bu turizm şirketi (www.amasraturizm.com) ile irtibata geçip hem kalınacak yer hem de gezilecek yerler konusunda bilgi almak faydalı olur diye düşünüyoruz.

Amasra’dan İstanbul’a Mavi-Yeşil Yolculuk

Artık dönüş yolundayız. Dönüş yolu olarak Amasra’ya geldiğimiz güzergahı terk ediyor ve sahil yolunu izleyerek yeşillikler içinden geçerek yol alacağımız Zonguldak-Karadeniz Ereğlisi-Akçakoca hattı üzerinden İstanbul’a dönmeyi tercih ediyoruz. Bir süre denizden uzaklaşıp, yeşillikler arasında yol alarak “kara elmas” diyarı Zonguldak’a ulaşıyoruz. Şehre 7 kilometre mesafede yer alan Gökgöl mağarasını kapalı olduğu için gezemiyoruz. İçinde birçok sarkıt ve dikitin yer aldığını öğrendiğimiz mağara 3.870 metre uzunluğunda olmasına rağmen, sadece 900 metrelik bir bölümü gezilmeye açık. Yetkililer, buranın bile ancak 1-1,5 saatte gezilebileceğini söylüyorlar. Kömür ve liman şehrimiz olan Zonguldak’ın içine girdiğimizde ise bizi meydanda yer alan ve şehri simgeleyen bir anıt ile kömür işletmelerinin tesisleri karşılıyor. Şehir adeta kömür işletmeleri ile birlikte nefes alıyor.

Zonguldak şehrinden devam ederek sahil yoluyla Osmanlı çileği ile ünlü ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın lokomotifi konumundaki hisse senedine adını veren “Ereğli Demir Çelik Tesisleri”nin yer aldığı Karadeniz Ereğlisi’ne ulaşıyoruz. Burası Erdemir tesislerinin de etkisi ile son derece gelişmiş, temiz ve yeşil bir ilçe görünümünde. Kordon boyu gezilmeye değer. Bununla birlikte, çevrede yer alan tesislerin bacalarından yükselen dumanlar yine de rahatsız ediyor insanı.

Karadeniz Ereğlisi’nde görülmesi gereken yerlerin başında Cehennem Ağzı mağaraları olarak isimlendirilen üç mağara yer alıyor. Bu mağaralar içinde Cehennem Ağzı mağarası en ilginç olanı. Eski dönemde Karadeniz Ereğlisi’nin merkezine doğru uzanan kilometrelerce uzunlukta bir dehlize sahip olan bu mağaranın duvarlarında bugün bile Meryem ana ile Hz. İsa siluetini, mitolojik üç başlı köpek resmi ile Herkül’ü tasvir eden resimleri görmek mümkün. Bugün sadece 500 metrelik dar bir dehlizi gezilebilen mağaranın büyük bir kısmı 1800’lü yılarda Fransız ve İngilizlerin tahribatı sonucunda kapanmış. Üç mağaradan diğer ikisi Ayazma ve Kilise Mağaraları. Bunlardan Ayazma Mağarası günümüzde konser verilmek amacı ile kullanılıyor. Kilise Mağarası ise Hıristiyanlığın yasaklandığı zamanlarda ibadet amacıyla kullanılmış. Her üç mağara da zamanında ünlü cihan pehlivanımız Koca Yusuf tarafından ortaya çıkarılmış. Böyle olmakla birlikte, mağaraları değerlendirmek üzere yapılan çalışmalar ancak 1999 yılında başlamış ve mağaralar 2001 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ziyarete açılabilmiş.

Son Durağımız Akçakoca

Karadeniz Ereğlisi’nden yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrasında ulaştığımız Akçakoca’da bizi şirin bir kasabanın karşılamasını beklerken, karşımıza oldukça gelişmiş, yüksek binaların olduğu bir ilçe çıkıyor. Akçakoca’nın içinde eski tip tarihi evler olmasına rağmen, evlerin çoğu korunamamış ve tek tek yıkılarak yerlerine yüksek, modern (!) binalar yapılmış.

Akçakoca’nın gezilecek yerleri arasında sayılan Aktaş ve Sarıyayla şelalelerine ise ulaşım imkanı oldukça zor. Bu yerleri gezmek için gidecek turistlere yönelik hiç bir yönlendirici tabelanın olmaması, çevre halkının yeterli bilgiye sahip bulunmaması ve şelalelere giden yolların bir noktadan sonra son derece kötü olması, bu güzel yerlere ulaşımı engelliyor. Bu nedenle, buraları gezmek istiyorsanız ya kendinize güvenilir bir rehber edinmenizi, ya da dört çeker bir jiple yola çıkmanızı tavsiye ederiz.

Gezilecek yerler arasında gösterilen ve Fakıllı köyü içinde yer alan Fakıllı mağarası da yörenin en ilginç yerlerinde birisi. Yaklaşık 1.000 metre uzunluğunda bir dehlize sahip olan mağarayı ise ancak 2-3 sübyan çocuğun rehberliğinde gezme imkanınız var. Mağara oldukça karanlık, nemli olduğundan ve içinde yarasalar bulunduğundan rehber olmaksızın mağarayı gezmeye kalkmanız tehlikeli. Çocukların ifade ettiğine göre, mağara içinde aydınlatma sistemi olmakla birlikte, zaman zaman ışıkların sönmesi durumu da söz konusu olabiliyormuş. Dünyada benzerine zor rastlanabilecek özellikte olan, birçok sarkıt ve dikitin olduğu bu mağaranın Turizm Bakanlığı’nın bilgisi dışında gezilmesi büyük bir ayıp olarak karşımıza çıkıyor. Buradan ifade edelim ki, bu mağaraya da acilen Karadeniz Ereğlisi’nde olduğu gibi ilgi gösterilmesi ve bilgili bir rehberin tahsis edilmesi gerekmekte. Aksi takdirde sonrasında pişmanlık yaratacak olayların yaşanması işten bile değil.

Akçakoca’da görülebilecek yerlerden biri de Ceneviz kalesi. Ancak bu kaleden de geriye pek birşey kalmamış. Şimdilerde kalenin içi mesire yeri ve piknik alanı olarak kullanılıyor. Akçakoca’nın sahili boyunca çeşitli yerlerden denize girme imkanı bulunmakla birlikte, deniz oldukça dalgalı. Akçakoca akşamlarında ise, trafiğe kapatılan sahil yolu boyunca keyifli bir yürüyüş yapabilir, Karadeniz’in sahili döven dalgaları eşliğinde kahvenizi keyifle yudumlayabilirsiniz.

Akçakoca’dan sonra artık yolumuz Düzce üzerinden İstanbul. Yoğun geçen bu üç günlük yolculuğumuzu, Batı Karadeniz’in üst kısmında yer alan Sinop-Abana-İnebolu Cide hattını bir başka seyahatimizde gezme ümidiyle tamamlıyor ve son noktayı koyuyoruz.

Son Söz

İstanbul’dan Amasra’ya, Amasra’dan da Akçakoca’ya uzanan bu yolculuğumuz, doğanın içinde soluklandığımız ve içimize çektiğimiz, oksijenine doyamadığımız bir nefes gibi geldi bize. Gözlerimiz mavi ile yeşile, kulaklarımız denizin dalga sesine, ruhumuz rüzgarın serin öpüşüne doyarak döndük geriye. Sizin de bizi okurken bu keyfi paylaşmanız ve bu güzellikleri yerinde yaşayarak hissetmeniz temennilerimizle sizlere “Ağlayan Ağaç” tepesinden gün batımının en kızıl aydınlıklarını sunuyoruz.

Doç.Dr. Mustafa K.Yılmaz
Ağustos 2005

İlgili Yazılar

Yazılarım

İznik – Çini Motifleri İle Süslü Tarih İzleri

Doğanın kış uykusundan uyandığı, ilkbaharın rengarenk çiçekler ile ağaçların dallarını süslediği Nisan ayında, ara...

Tokat – Karadenizden İç Anadoluya Uzanan Zümrüt Yeşili Bir...

Yazın bu sıcak günlerinde herkes tatil için Ege ve Akdeniz Bölgesi’ndeki tatil beldelerine akın...

Marmara Adası – Çınar Ağaçlarının Gölgesinde Ada Sefası

Çoğumuz için adalar, yazın sıcak günlerinde serin bir deniz esintisinin ferahlığını hissedebileceğimiz, trafik gürültüsünün...

Erzurum – Dadaş Ellerinde Yaz Sefası

Kadim çocukluk arkadaşımla birlikte yazın bunaltıcı sıcaklarından kaçmak için nereye gidelim diye düşünürken,Dadaşlar Diyarı...

Pamukkale / Denizli – Anemonların Kucağında Uzanan Bir Asil...

İlkbahar yağmurlarının hayat verdiği doğanın kucağında, pembe-beyaz perçemlerini aralayan çiçeklerin yeşilin binbir tonu ile...

Kütahya – Frig Vadisi’nin Çintemanisi

Tebdil-i mekanda ferahlık olsa da, bazen iş seyahatleri birbirinin peşi sıra gelince sıkıntı verici...

Kategoriler

Yorumlarınız