Mustafa Kemal Yılmazhoşgeldiniz
Kişisel web sayfasına hoşgeldiniz

Antakya – Künefe Lezzetinde Medeniyetler Mozaiği

Tatiller gezginlerin bayramıdır, bayramlar gezginlerin seyir zamanı. Biz de bu yıl Ramazan Bayramı’nda, bir zamanlar “Doğu’nun Kraliçesi” olarak taçlandırılan, barış, kültür ve hoşgörü şehri, medeniyetlerin buluşma noktası Antakya‘ya gitmeyi, bayram sevincini bu güzel yöremizin insanları ile paylaşmayı tercih ettik.

İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan başlayan yolculuğumuz yaklaşık 1.5 saat sonra bizi Adana ile buluşturuyor. Uçaktan iner inmez soluğu, Adana otogarında alıyoruz. Herkes bizi bir tarafa göndermeye çalışırken, biz kendimizi Antakya’ya götürecek otobüsü arıyoruz. Bayram arefesinde otobüs şirketlerinde yer bulamadığımız için, minibüsle yolculuğumuza devam etmek zorunda kalıyoruz. Balık istifi şeklinde bindirildiğimiz minibüs İskenderun’a kadar otoban üzerinden yol alıyor. Yaklaşık 1,5 saat sonra İskenderun’un Payas mevkiine gelindiğinde, şoför arabanın yağ ışığının yandığı bahanesi ile bizi indirip başka bir minibüse transfer ediyor ve yolun geri kalanına bu minibüs ile devam etmek zorunda kalıyoruz. Antakya’ya vardığımızda bu muamelenin sadece bize özel yapılmadığını, Adana-Antakya seferini yapan minibüs şoförlerinin erken geri dönmek amacı ile bu oyunu sık sık oynadığını öğreniyoruz.

Nihayet 3 saat süren maceralı bir yolculuk sonrası Antakya’ya ulaşıyoruz. Otelimiz şehrin en merkezi yeri olan Atatürk Caddesi üzerindeki Büyük Antakya Oteli. Modern ve temiz bir yer olan otelimizin hemen sol tarafından Asi nehri akıyor. Lübnan dağlarından doğan nehir, yaklaşık 2 km uzunluğunda, bir kanal haline getirilmiş yatağı boyunca, Fransa’daki Sen nehri gibi şehri baştan başa dolaşıp, kıvrım kıvrım yaladıktan sonra Samandağı’nda denize dökülüyor. Asi nehri üzerinde bulunan eski köprünün yerine yapılmış olan beton köprü, artık görüntüsü resimlerde kalmış eski köprü ile karşılaştırıldığında göz zevkimizi tırmalıyor.

Kültür Mozaiği Antakya

Şehir turumuza başlamadan önce size Antakya’nın tarihi ve genel yapısı hakkında birkaç kısa bilgi vermek istiyoruz. Hatay ilinin yönetim merkezi olan Antakya, Büyük İskender’in kumandanlarından Seleucus I. Nicator tarafından İ.Ö. 300 yıllarında Habib-i Neccar Dağının eteklerinde, Torosların uzantısı olan Amanos Dağları ile Kel Dağ arasında kalan bir mevkide kurulmuş. Bu yer, topografyası, deniz ulaşımına açık oluşu, zaptedilmesi zor bir akropole sahip olması, kışın rüzgar ve soğuklara karşı, yazın ise Amanos Dağları arkasındaki deniz tarafından gelen esintilerle sıcak günlerin kavuruculuğundan korunmak gibi özellikleri dikkate alınarak seçilmiş.

Günümüzde Antakya’nın nüfusu 160.000 civarında. Nüfusun büyük bir kısmı Sünni Müslüman olmakla birlikte, Alevi, Süryani, Hıristiyan ve Yahudiler de nüfus içinde önemli bir yer tutuyor. Bu açıdan bakıldığında Antakya, tıpkı müzesinde sergilenen eserler gibi çok renkli bir mozaik görüntüsü veriyor. Yaptığımız sohbetler sırasında, şehirde 10 katolik, 300 Ortodoks ailenin yaşadığını öğreniyoruz. Bu aileler ibadetlerini, kendi ibadethanelerinde özgürce yapabiliyorlar. Halkın en önemli geçim kaynağı tarım, Suriye ile yapılan sınır ticareti ve nakliyecilik. Yılın bu mevsiminde narenciye bahçeleri ve bahçeler içindeki ağaçların dallarından sarkan nar, mandalina ve portakallar göz kamaştırıyor. Zeytincilik de önemli bir geçim kaynağı. Özellikle, zeytinyağı ve defne sabunu en çok üretilen ürünlerin başında geliyor. Nakliyecilik de Antakya’da önemli bir geçim kaynağı. İlde çok sayıda otobüs ve kamyon var. C2 yetki belgesine sahip 92 büyük nakliye firması ve bunların toplam 4.000 araç ve çekicisi bulunuyor. Nakliye firmaları Türkiye’nin toplam yaş meyve ve sebzesinin % 75’ini taşıyor.

Antakya, Türkiye’de nüfus başına en fazla arabanın düştüğü şehir. Şehrin zengin kesiminde neredeyse evdeki kişi sayısı başına bir araba düşüyormuş. Şehirdeki zenginlerin önemli bir kısmını toprak ağaları ve Suriye’deki Araplar ile ticaret yapan kişiler oluşturuyor. Suriye sınırı Antakya’ya sadece 70-80 km uzaklıkta bulunduğu için iki ülke toplumları arasında kolayca ticari ilişki kurma imkanı var. Bu seyahat esnasında bizim de gözlemlediğimiz üzere, her bayram Halep’ten buraya 30.000 Arap, ya akrabaları ile bayramlaşmak ya da alışveriş yapmak üzere günübirlik giriş-çıkış yapıyor. Antakya’da yaşayan veya dışarıdan gelen turistler de günübirlik Halep’e geçme ve oraları dolaşma imkanına sahipler. Bu amaçla, Antakya otogarından kalkan otobüsleri veya seyahat acentalarının turlarını kullanmak mümkün. Bu seçimi yaparken, en dikkat etmeniz gereken konu ise firmanın güvenilirliği.

Şehirde turizmdeki canlılık son 5 yıl içinde çarpıcı bir gelişme göstermiş durumda. Medeniyetlerin birleşmesi ve kaynaşması temasının işlendiği bir ortamda, medyanın da etkisi ile son yıllarda buraya gelen turist sayısında ciddi bir artış var. Şehri her yıl 14.000’i yabancı 100.000 kişinin ziyaret ettiği düşünüldüğünde, Antakya’nın önümüzdeki beş yılda turizmin parlayan yıldızı olacağını söylemek hiç de zor değil. Mevcut otellerin yanısıra, halen inşaatı devam etmekte olan 5 adet beş yıldızlı otel turizmde yaşanacak gelişimin habercisi. Buna, bir de Hıristiyan dünyası ile Uzakdoğulu misyonerlerin yakın ilgisi eklendiğinde şehir açısından turizmin geleceği çok parlak gözüküyor.

Uzun Çarşı, Künefe Lezzeti ve Habib-i Neccar Gerçeği

Zamanında İskenderiye ve Roma’dan sonra dünyanın üçüncü büyük şehri konumunda bulunan Antakya’nın içinde, bugün cami, kilise ve sinagogu bir arada ve yanyana görme imkanına sahipsiniz. Şehir Merkezi’nde yer alan Ulu Camii, şehrin bilinen en eski ve en büyük camisi. Asi nehri kenarındaki bu caminin iç yapısı son derece sade ve gösterişsiz. Ulu Camii’nin hemen devamında yer alan Uzun Çarşı şehrin en renkli ve canlı alışveriş merkezi. Bu çarşıda, defne sabunundan zeytinyağına, çökelekten biber salçasına, künefeden ekmek kadayıfına, kurutulmuş sebzeden meyan köküne, nar ekşisinden pul bibere kadar her şeyi bulma imkanına sahipsiniz. Kurşunlu Han gibi çeşitli iç avlulara açılan Uzun Çarşı’nın çevresinde, Ayakkabıcılar Çarşısı, Kuyumcular Çarşısı, Demirciler Çarşısı gibi başka çarşılar da yer almakta. Çarşıda özellikle künefe için kadayıf imal eden dükkanların önünde durup bizzat tezgahlarda üretilen kadayıfın oluşumunu izleyebilirsiniz.

Künefeden söz açılmışken, bu konuya özel bir parantez açmak gerekiyor. Künefe Antakya’nın adeta simgesi durumunda. Şehrin dört bir köşesinde künefe yapan ve sadece künefe satan birçok dükkana rastlamanız mümkün. Hepsinin de tadı nefis ve İstanbul’da satılanlar ile karşılaştırılamayacak kadar leziz. Künefenin peyniri de özel, mayalanmış ekşimtrak bir peynir ve tadını alabilmek için künefenin sıcak tüketilmesi gerekiyor. Biz künefe satan dükkanlar içinde size, deneyip memnun kaldığımız Hatay Künefe Salonu’nu tavsiye edeceğiz. Künefeleri hem çok taze hem de çok leziz.

Uzun Çarşı’nın arka tarafına doğru ilerlediğimizde, Saray Caddesi’ne çıkıyoruz. Bu caddenin devamında eski Antakya evlerine rastlamanız mümkün. Bu evlerin bir kısmı restore edilmiş, bir kısmı ise harap durumda. Özellikle evlerin kapı motifleri ve tokmakları çok estetik ve orijinal. Restore edilen evlerden Antakya Evi, sıcak iç mekanı ile görülmeye ve bir çay içmeye değer. Bu cadde üzerinde yer alan Anadolu Sofrası da yöresel ve otantik yemekleri ile turistlerin uğrak yerleri arasında yer alıyor. Şehir içinde yöresel yemekleri tadabileceğiniz bir başka mekan ise, Sultan Sofrası. Şehrin merkezinde bulunan bu lokantada, oruk, ekşili aş gibi yöresel yemekleri tadabilir, “Antakya Mutfağı”nın doyumsuz lezzetleri ile tanışabilirsiniz.

Şehrin Müslümanlar açısından en önemli ibadet yeri Habib-i Neccar Camisi. Bir Roma tapınağından kiliseye, daha sonra da Müslümanların Antakya’yı almasından sonra camiye dönüştürülmüştür. Antakya’nın etrafını çeviren dağlara da ismini vermiş olan ve Kuran-ı Kerim’deki Yasin Suresi’nin ikinci sayfasında ismi zikredilmeden bahsi geçen Habib-i Neccar, çok tanrılı dinlerin hakim olduğu bir zamanda Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve tek tanrılı bir din olarak ortaya çıkan Hıristiyanlığı gizli gizli yaşamaya ve yaymaya çalışan bir koyun çobanıdır. Bu kişinin Romalılar tarafından yakalanması ve öldürülmesi sonucu, Roma halkı Allah’ın gazabına uğramıştır. Cami iç kısmının kuzeydoğu köşesinde, Yasin Suresi’nden bir ayet yazılı bir kumaş ile çevrilmiş bir bölme vardır. Caminin iki kat altında Habib-i Neccar Hazretlerinin mezarı ve türbesi yer almaktadır. Onun mezarı ile birlikte, Hıristiyanlığın ilk tebliğcileri arasında bulunduğu kabul edilen Yuhanna, Pavlus ve Şemul Hazretlerinin mezarları da burada bulunmaktadır.

Habib-i Neccar Hazretlerinden bahsetmişken, şehrin Hıristiyanlar için taşıdığı önemi de vurgulamak gerektiğini düşünüyorum. Antakya, Kudüs’ten sonra Hıristiyanların ikinci kutsal şehri olarak kabul edilmektedir. İlk mağara kilisesi olan Saint Pierre Kilisesi şehrin üst bölgesinde yer almaktadır. Papa Jean Paul VI 1963 yılında burayı Hıristiyanların ziyaret ettiklerinde hacı olacaklarına ve tüm günahlarının affedileceğine inanılan bir yer olarak ilan etmiştir.

Hıristiyanlıktan söz açılmışken, Uzakdoğu’lu misyonerlerden ve burada yürüttükleri misyonerlik faaliyetlerinden de bahsetmeden geçemeyeceğiz. Burada, Güney Kore’den gelen kişiler yakın zamanda bir Protestan kilisesi kurmuşlar. Ayrıca yerel rehberimizden öğrendiğimize göre, burayı en fazla ziyaret edenler arasında başta Güney Koreliler olmak üzere Uzakdoğulular geliyor. Bu durum, ülkemizde yürütülen misyonerlik faaliyetlerinin özellikle bu bölge için büyüteç altına alınmasını gerektiriyor.

Antakya’nın Dar Sokakları, Sekili Evleri ve Cami-Kilise-Sinagog Kardeşliği

Antakya’nın dar sokaklarını gezerken kendimizi çok farklı bir ortamda buluyoruz. Dar sokaklar arasında yer alan eski Antakya evlerinin çoğu, iç avlusu olan mekanlar. Yaşam büyük ölçüde bu avlunun içinde geçiyor. Avlunun içinde evin büyüklerinin oturduğu seki kısmı yer alıyor. Birçok evin avlusunu nar, portakal ve mandalina ağaçları süslüyor. Hane halkı evlerini bize açmak ve bizi konuk etmek konusunda oldukça sıcak ve misafirperver. Dar sokak aralarının ortasından geçen su kanalı şehircilik adına, yapıldığı dönem düşünüldüğünde dikkat çekici. Evlerin, dar ve birbirine geçmeli sokak aralarında yer almasının en önemli nedeni, kışın soğuktan yazın sıcaktan korunmak. Evlerin hemen hemen hepsinin cumbası var. Bunun en önemli nedeni, içe dönük yaşayış ve mahremiyet duygusunun güçlü olması. Hane halkı kendilerini ziyarete gelen kişilerin kim olduğunu önceden öğrenmek amacı ile bu sistemi geliştirmiş. Mardin’de olduğu gibi burada da hacca gitmiş kişilerin evlerinin kapılarında “La İlahe İllallah Muhammeden Rasullullah” yazıyor. Sokak aralarında gezerken, özellikle Katolik Kilisesi çevresindeki birçok eski evin Katolikler tarafından satın alındığını ve restore edildiğini öğreniyoruz.

Gezdiğimiz yerler arasında Katolik ve Ortodoks Kilisesi özellikle dikkatimizi çekiyor. Katolik Kilisesi ile Sarımiye Camii adeta sırt sırta vermiş durumda. Katolik Kilisesi, 19. Yüzyılda Osmanlı padişahından alınan özel bir izinle eski bir Antakya evinden kiliseye dönüştürülmüş ve ibadete açılmış. Daha sonra buraya misafirlerin konaklaması için bir yatakhane ve çay ocağı ilave edilmiş. Kilisenin ikinci katına çıktığımızda, hem kilisenin çan kulesini hem de bitişiğinde yer alan caminin minaresini birlikte görüntüleme imkanını buluyoruz. Her yıl 29 Haziran’da Saint Pierre Kilisesi’nde yapılan ayin sonrası burada da özel bir ayin düzenlendiğini de öğreniyoruz. Şehirdeki diğer önemli bir kilise ise Ortodoks Kilisesi. Katolik Kilisesi’ne göre daha gösterişli ve büyük olan bu kilisenin bahçesindeki sütunların birinin üzerinde, Osmanlı padişahı II. Abdülhamit’in Hıristiyanların ibadetlerini serbestçe yapabileceklerine ilişkin kaleme almış olduğu bir ferman yer alıyor.

Şehrin içinde özellikle Hıristiyanlar açısından büyük önem taşıyan yer Saint Pierre Kilisesi. Bu kilisede her yıl 29 Haziran günü dünyanın dört bir tarafından gelen Hıristiyanların katılımı ile büyük bir ayin düzenleniyor. Kiliseyi her yıl onbinlerce kişi ziyaret ediyor. Kilisenin hemen üst tarafında çok tanrılı dinler zamanında inananlara yönelik baskılardan kaçmak amacıyla yapılmış ve kullanılmış olan dehlizler bulunuyor. Kilisenin hemen yakınında, Cehennem Kayıkçısı Heron’un bir kayaya oyulmuş dev büstü var. Bu heykelin yanında ise, Hz. Meryem’in bir kayaya oyulmuş bir silueti yer alıyor. Zamanında bu iki resmin kayalara, veba salgınından korunmak için tanrılara şirin gözükmek amacıyla yontulduğu bilgisini ediniyoruz.

Dar sokak aralarının biraz dışında şehrin tarihi yapılarından biri olan Memekli Köprüsü ve su sarnıcı yer alıyor. Büyük ölçüde tahrip olmasına rağmen, memeleri andıran sarkıtlarının görüntüsü ile iki adet kemer oldukça etkileyici ve dikkat çekici bir görüntü arz ediyor. Zamanında bu sarnıçlarla şehrin su ihtiyacı karşılanıyormuş.

Arkeoloji Müzesi, Antakya Kalesi ve Harbiye

Şehrin içinde mutlaka gezilmesi gereken yerlerin başında Arkeoloji Müzesi geliyor. Burası dünyanın Tunus’taki müzeden sonra ikinci büyük mozaik müzesi. Gerçekten de müze içinde yer alan mozaikten yapılmış resimler dikkat çekici ve etkileyici. Müze içinde bizi etkileyen bir başka eser de, 1993 yılında bir evin inşaat çalışması sırasında bulunan M.Ö. 3. Yüzyıla ait Antakya lahdi. Lahit yekpare biçimde, motifleri net bir şekilde seçilir tarzda çıkarılmış ve sergileniyor. Dünyada bu mükemmellikte bir başka esere daha rastlamak zor diye düşünüyoruz. Müzede ayrıca, Hitit döneminden kalma aslan heykelleri ve sütun başları da yer alıyor. Müze bahçesinde ise, eski dönemden kalma taş lahitler, mezar taşları ve sütun başları sergileniyor.

Arkeoloji Müzesi’nin hemen arka tarafında Fransızlar tarafından yapılmış, içinde havuz ve fıskiyelerin bulunduğu büyük ve geniş bir alana yayılmış bir gezi parkı var. Çam ve palmiye ağaçlarının yer aldığı bu parkın içinde her iki tarafı ağaçlandırılmış dar uzun bir koridordaki yolda yürüyüş ve spor yapma imkanınız var.

Antakya’nın görülebilecek yerlerinden birisi de Harbiye. Bu bölge bugünlerde daha çok mesire yeri olarak kullanılmakla birlikte, eskiden şehir içinde yaşayan zengin ve yöneticilerin saraylarının yer aldığı bir eğlence mekanı imiş. Günümüzde ise Harbiye’de birçok lokanta ve mesire yeri bulunuyor. Buranın özellikle yazın çok canlı ve hareketli olduğu söyleniyor. İçinde akan şelaleleri ve mitolojiye ilham kaynağı olan defne ağaçları ile yorgunluk atmaya ve gezilmeye değer. Mesire yerlerinin hemen üst tarafında, tüm şehri ve bölgeyi tepeden görebileceğiniz bir seyir alanı bulunuyor. Şehrin suyunun buradan kanallar vasıtasıyla geldiğini ve Antakya’nın su havzası bakımından zengin kaynaklara sahip olduğunu öğreniyoruz. Buraya şehir içinden her 5-10 dakikada bir dolmuş bulmanız mümkün. Harbiye’de alış-veriş yapmak isteyenler için uygun fiyatlı ürünler satın alma imkanı da var. El dokuması ve ipek işçiliği ürünleri satan dükkanları gezmenizi tavsiye ederiz.

Şehrin dışında gezmeye başlamadan önce, görmenizi tavsiye edeceğimiz son yer, şehre yaklaşık 15 km mesafede yer alan Antakya Kalesi ve surları. Bu kale ve surlar, Seleucus I. Nicator tarafından Antakya şehri ile birlikte inşaa edilmiş. Yapıldığı zamanda surların uzunluğunun 23 kilometre olduğu, surlar üzerinde birer ok atımı mesafede çok katlı ve kare biçiminde 360 nöbetçi kulesinin bulunduğu söylenmekte. Önemli ölçüde yıkılmış olmasına rağmen, bugün bile kalenin bir kısmı (bazı gözetleme kuleleri ve surları) ayakta kalmış durumda. Kaledeki gözetleme kulelerinin en önemli özelliği, depremden korunmak amacı ile alt taraflarının büyük blok taşlardan, orta kısımlarının kiremit ve toprak alçıdan, en üst taraflarının ise yine blok taşlardan yapılmış olması. Yeri gelmişken belirtelim, Antakya deprem kuşağı üzerinde yer alıyor ve tarih içinde çeşitli zamanlarda önemli depremler ve yıkımlarla karşılaşmış. Bu nedenle, kalenin yapımında bu hususun dikkate alınması ve kulelerin esneklik sağlayacak şekilde inşaa edilmiş olması bugünkü müteahhitler için bir ders niteliği taşıyor. Kalenin tepesinden, tüm Antakya ayaklarınızın altında kalıyor. Buradan, Asi nehrinin şehri yılan gibi yalayarak geçen görüntüsü özellikle görülmeye değer. Buradan bakıldığında, şehrin zaman içinde bir elips biçiminde büyüdüğünü görmek de mümkün.

Saint Simone Manastırı ve Hz. Musa Ağacı

Antakya’nın şehir dışındaki görülesi yerlerini gezmek için bir taksici ile anlaşıyor. Görülmeye değer yerlerin başında Saint Simone Manastırı geliyor. Antakya-Samandağı karayolu üzerinde, Aknehir sapağından sola doğru 6 km içeride yer alan manastır, haç şeklinde yapılmış eski bir kilise ve keşiş okulundan oluşmakta. Saint Simone’un burada bir sütun üzerinde tam 40 yıl inziva hayatı yaşadığı söylenmekte. Asi nehrine hakim yüksek bir tepe üzerinde bulunan manastır yekpare büyük taşlardan oluşmakta olup, iç içe geçme odaları ve bunları birbirine bağlayan kemerleri büyük ölçüde ayakta kalmış durumdadır. Zamanında, manastırın içinde yaşayanların su ihtiyacını karşılamak amacıyla büyük hacimli su depoları yapılmış olduğu görülmektedir. Manastırın bir tarafı Samandağ-Çevlik yönüne bakmakta ve deniz adeta ayaklarınızın altında kalacak şekilde muhteşem bir görüntü sergilemekte iken, diğer tarafı Antakya yönüne bakmaktadır. Manastırın tepesinden Asi nehrinin vadileri süsleyen gözalıcı görüntüsünü de seyretmeniz mümkün. Burası gerçekten de inzivaya çekilebilecek mükemmel bir yer. Ancak, bu kadar büyük taşların manastırın yapımı için oraya nasıl taşındığı bizde hem hayret ve şaşkınlık hem de hayranlık uyandırıyor.

Saint Simone Manastırı’ndan sonraki durak yerimiz Vakıflı Köyü’ndeki Ermeni Kilisesi. Bu Hıristiyan köyünde yeni yapılmış bir kilise var. Bu kilisede, her yıl Ağustos ayında üzüm bayramı yapılıyor. Köyün içi temiz ve düzenli bir şekilde yapılandırılmış. Özenle şekillendirilmiş su kanalları dikkat çekiyor. Evlerin bahçelerini süsleyen portakal ve limon ağaçları ise görülmeye değer. Burada dalından taze mandalina yemenin doyumsuz lezzetine ulaşıyoruz.

Bir sonraki durağımız “Hz. Musa Ağacı”nın olduğu Hıdır Bey Köyü. Vakıflı Köyüne sadece birkaç kilometre mesafede bulunan bu köyün merkezinde, Hz. Musa ile Hz. Hızır peygamberlerin buluştuğuna inanılan, gövde çapı 7,5 metre, çevresi 20 metre, yüksekliği ise 17 metre olan büyük bir çınar ağacı yer alıyor. Halk bu ağacın Hz. Musa’nın asasını bıraktığı yerde yeşerdiğine inandığı için “Hz. Musa Ağacı” adını vermiş. Yaklaşık 800-1.000 yaşında olduğu tahmin edilen ağacın dalları ve gövdesi ile içinde yer alan boşluğun büyüklüğü dikkat çekici. Tabii bu anlatılanların hepsinin rivayet olabileceği gerçeğini de gözardı etmemek lazım.

Titus Tünelleri ve Kaya Mezarları

Bundan sonra hedefimizde, Antakya’nın belki de en özellikli yeri olarak tanımlayabileceğimiz Titus tünelleri ve kaya mezarları yer alıyor. Titus tüneli, zamanında İmparator Vespasianus tarafından kenti sel sularından korumak amacıyla yapılmış bir tünel. Yüksekliği 7 metre, genişliği 6 metre olan bu tünel vasıtası ile sel suları denize atılıyormuş. Tünelin yapım çalışmaları Vespasianus zamanında başlamış olmakla birlikte, tünel oğlu Titus tarafından bitirilmiş. 130 metresi kapalı, kalanı açık kanal halinde yapılmış tünelin uzunluğu girişten Çevlik’e kadar 2 km. Tünelin kapalı kısmı derin bir kanyon görüntüsü veriyor. Tünelin giriş ve çıkış kapılarının yekpare taştan oyulmuş ve yapılmış olması, o zamanın teknoloji ve imkanları düşünüldüğünde inanılmaz geliyor insana. Bugün tünel açma işi ile uğraşan mühendislerin, neredeyse olduğu gibi ayakta kalan bu tüneli incelemelerini öneriyoruz. Tünelin yaklaşık 30-35 metrelik bir kısmı tamamen karanlık olduğundan ve tünel içinde aydınlatma sistemi bulunmadığından, tüneli gezerken yanınızda ya ufak bir fener ya da bir çakmak taşımanızda fayda var. Ayrıca, tünelin duvar kenarlarında bulunan su kanallarına ve kaygan kayalara da dikkat etmeniz gerekiyor. Tünel çıkışında sol tarafta, kaya üzerine oyulmuş şekilde, bu tünelin yapılışına ilişkin İmparator Vespasianus’un imzasını taşıyan bir tablet var. Anlatıldığına göre İmparator tünelin ağzına kadar kayıkla geliyor, buradan da hala ayakta duran merdivenleri kullanarak sarayına ulaşıyormuş.

Titus tünellerinin hemen yakınında yer alan kaya mezarları da gezilmesi gereken yerler arasında yer alıyor. Bu mezarlar içinde, Beşikli Mağara özellikle gezilmeye değer. Mağaranın içi büyüklü küçüklü mezarlarla dolu durumda. Mezarların hepsi de ilk günkü kadar sağlam ve birbirine bitişik, altlı üstlü nizamda yapılmış. Beşikli Mağara’nın içinde yaklaşık 60-70 mezarın mevcut olduğunu bizzat görmek bizi etkiliyor. Mağaranın ortasında kral ve kraliçenin mezarı yer alıyor. Beşikli Mağara’nın çevresinde de birçok kaya mezarı var. Mağaranın üst kısmında ise Dor Mabedi bulunuyor. Bu mezarlara ek olarak, Titus tüneline giden yol üzerinde de karşımıza ölülerin kayaların iç kısımlarına gömüldüğünü gösteren mezarların yer aldığı aile kabristanlığı tarzındaki kapalı bölmeler dikkatimizi çekiyor.

Titus tüneli Asi nehrinin denizle buluştuğu Çevlik sahilinin hemen üst tarafında yer aldığı için, buradan sahilin doğal ve büyüleyici görüntüsünü seyretme imkanınız var. Yaklaşık 5 km uzunluğundaki sahil doğal bir plaj görüntüsünde. Sahile vuran dalgaların sesi ve beyaz köpüklü görüntüsü keyif veriyor insana. Çevlik sahilinin hemen karşısında Suriye yer alıyor. Yazın bu sahil Antakyalılar tarafından yüzmek ve tatil yapmak amacı ile kullanılıyor. Çevrede konaklama amacı ile yapılmış otel ve moteller de var.

Son durak yerimiz, Samandağı’nın merkezindeki Hz. Hızır (A.S.) Türbesi. Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi, burada bu tip kutsal yerlere “ziyaret” adı veriliyor. Türbenin içinde, Hz. Hızır peygamberin mezarının bulunduğu söyleniyor. Bu “ziyaret”in etrafında üç defa döndükten sonra insanlar dua ediyorlar. Ziyaretin içindeki mezar taşında, Hz. Hızır ile Hz. Musa peygamberin yolculuğunun anlatıldığı Kehf Suresi’nin 60-82’nci ayetleri yazılı. Ayrıca, içerideki mezarın dört bir köşesinde tütsüler yakılmış durumda. Çevlik sahiline komşu olan bu mezarın ziyareti hem sünni müslümanlar hem de aleviler için büyük önem taşıyor.

Antakya’da Konaklama ve Birkaç Önemli Hatırlatma

Antakya’da, bizim kaldığımız Büyük Antakya Oteli dışında konaklayabileceğiniz başka güzel oteller de var. Savon Oteli, Antik Beyazıt Hotel, Hotel Orontes bunlardan sadece birkaçı. Özellikle Kurtuluş Caddesi üzerinde bulunan, sabunhaneden otele dönüştürülmüş, bir zamanlar kervansaray olarak kullanılmış Savon Otel görülmeye değer. Diğerleri ile karşılaştırıldığında biraz pahalı olan bu otelin avlusu çevresinde odalar yer alıyor. Otelin içi ise oldukça iyi restore edilmiş ve döşenmiş.

Antakya’da geçirdiğimiz süre zarfında kendimizi pekçok yerde, bazen Türkiye’de, bazen Lübnan çarşılarında, bazen de İtalya veya Fransa’da eski bir caddede sanıyoruz. Antakya insanının kültür ve yaşam tarzı Batı ve Orta Anadolu insanının yaşam tarzı ile karşılaştırıldığında oldukça farklılık arz ediyor. Belki bu biraz da yaşamış oldukları bölgenin tabiatından kaynaklanıyor. En önemli kültürel özellikleri yemekleri ve yemek yenecek yerlerin çokluğu. Adım başı ya bir tatlıcıya ya da bir döner veya dürümcüye rastlamanız mümkün. En meşhur tatlıları künefe olmakla birlikte, bal kabağından yapılmış kabak tatlısı ve çeşit çeşit kadayıf tatlıları da çok ünlü ve fazlaca tüketiliyor. Zengin ya da fakir olsun herkeste bir gösteriş merakı göze çarpıyor. Atatürk Caddesi’ni gezerken buradaki marka mağazaların çokluğu dikkatimizi çekiyor. Kısa ziyaretimizden anladığımız kadarıyla, Antakya insanı kendisine fazla soru sorulmasından rahatsız oluyor. Söylediğinizin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için, 2-3 kere tekrar etmeniz gerekiyor. Fazla soru sorduğunuz takdirde olumsuz cevap alma ihtimaliniz yüksek. Ayrıca, Antakya insanı ile olacak ticari ilişkilerinizde de dikkatli ve ihtiyatlı olmanızı tavsiye ederiz. Söz verdikleri şeyleri daha sonra unutma ihtimalleri var. Bu da zaman zaman turistlerle yerel halk arasında tatsızlık yaşanmasına neden olabiliyor.

Antakya’da trafiğe de özellikle dikkat etmeniz gerekiyor. Şehrin birçok yerinde trafik ışığı yok veya yetersiz. Sürücüler çok hızlı ve dikkatsiz araba kullanıyorlar. Yayaya öncelik gibi bir düşünceleri olmadığı gibi, sizin dikkatli olmanız gerekiyor. Şehir içinde çalışan minibüsler deli gibi gidiyor. Bunun sebebi otobüs durağında zamanında olabilmek, aksi takdirde belediye 1-2 dakika geç kalınması durumunda bile şoförlere hem para cezası kesiyor, hem de 1 ay süre ile trafikten men ediyormuş.

Son Söz

Antakya gezisi, bir taraftan tarihi ve kültürel zenginliğin keyfine vardığımız, diğer taraftan da künefe ve zengin Antakya mutfağının lezzetini tattığımız bir seyahat oldu bizim için. Özellikle turizm açısından önem taşıyan bu şehrimize gelen turistlerin sadece bir defaya mahsus buraya gelmediği bilincinin yöre halkına benimsetilmesi durumunda, burası Güneydoğu’nun gelecek yıllarda parlayan yıldızı olmaya aday gözüküyor. Biz gördüklerimizden ve yaşadıklarımızdan keyif aldık, umarım sizin dudaklarınızda da ince bir tebessüm bırakabilmişizdir. Güzellikleri her zaman bayram sevinci ile tadabilmeniz dileğiyle…

Banu & Mustafa K. Yılmaz
10/11/2005

İlgili Yazılar

Yazılarım

İznik – Çini Motifleri İle Süslü Tarih İzleri

Doğanın kış uykusundan uyandığı, ilkbaharın rengarenk çiçekler ile ağaçların dallarını süslediği Nisan ayında, ara...

Tokat – Karadenizden İç Anadoluya Uzanan Zümrüt Yeşili Bir...

Yazın bu sıcak günlerinde herkes tatil için Ege ve Akdeniz Bölgesi’ndeki tatil beldelerine akın...

Marmara Adası – Çınar Ağaçlarının Gölgesinde Ada Sefası

Çoğumuz için adalar, yazın sıcak günlerinde serin bir deniz esintisinin ferahlığını hissedebileceğimiz, trafik gürültüsünün...

Erzurum – Dadaş Ellerinde Yaz Sefası

Kadim çocukluk arkadaşımla birlikte yazın bunaltıcı sıcaklarından kaçmak için nereye gidelim diye düşünürken,Dadaşlar Diyarı...

Pamukkale / Denizli – Anemonların Kucağında Uzanan Bir Asil...

İlkbahar yağmurlarının hayat verdiği doğanın kucağında, pembe-beyaz perçemlerini aralayan çiçeklerin yeşilin binbir tonu ile...

Kütahya – Frig Vadisi’nin Çintemanisi

Tebdil-i mekanda ferahlık olsa da, bazen iş seyahatleri birbirinin peşi sıra gelince sıkıntı verici...

Kategoriler

Yorumlarınız