Uluslararası bir konferansa katılmak üzere gitmiş olduğum Yunanistan’ın başşehri Atina’da geçirdiğim 3 gün, hem şehri tanımak hem de Yunanlıların yaşam tarzı ve gelenekleri konusunda genel bir fikir edinmek açısından çok faydalı oldu. Atina’yı gezip görmek isteyen dostlara, bu seyahati yapmadan önce notlarımı okumalarını önerecek kadar önemli gözlemler yaptığımı düşünüyorum. İşte eskilerden gelen adı ile Athena ve izlenimlerim.
Ulaşım Bilgileri
Türkiye’den Atina’ya gidecek dostlarımız için uçak seyahatinin takribi bir saat sürdüğünü söyleyelim. Atina havalimanı şehrin oldukça uzağında bir yerde bulunuyor. Havalimanından şehrin merkezine taksi ile gelmek oldukça pahalı. Bu nedenle, önce trene binip son durak olan Athena durağına gelmenizi ve burada indikten sonra da hemen istasyonun çıkışında yer alan metroyu kullanmak suretiyle şehir merkezine ulaşmanızı tavsiye ederim. Atina’daki şehir içi trenlerin bizim banliyo trenlerinden oldukça lüks, temiz ve hızlı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Atina’dan ayrılacağınız zaman ise, şehrin merkezinden (Plaka) havalimanına gelmek için X95 numaralı otobüse binmenizi öneririm. Maliyeti sadece 2.95 Euro. Paradan açılmışken, Atina çok pahalı bir şehir. İtalya ve İspanya kadar, hatta daha pahalı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle Euro’ya geçilmesinden sonra başta Atina olmak üzere pahalılığın arttığı burada yaşayanlar tarafından da kabul ediliyor. Zaten son dönemde ülkenin çok pahalılaşması turizmde de bir azalmaya neden olmuş durumda. Yunanlılar bile daha ucuz olan Türkiye’de tatil yapmayı tercih etmeye başlamışlar.
Atina Yunanistan’ın en kalabalık şehri, nüfusu 4 milyon. Ülke nüfusunun üçte ikisi burada yaşıyor. Şehrin büyük bir kısmı dağlarla çevrili, ufak bir bölgesi ise deniz kıyısında yer alıyor. Havaalanından şehrin içine dağların çevresini dolanarak geliyorsunuz. Bitki örtüsü açısından cılız bir dokuya sahip olan şehrin, en yüksek tepesi 350 metre yüksekliğinde. Özellikle 2004 yılında yapılan Olimpiyat Oyunları nedeniyle şehrin altyapısını güçlendirmek için gerçekleştirilen büyük yatırımlar trafik sorununu rahatlatmış gözüküyor. Burada sohbet ettiğimiz kişiler de, şehrin çok karmaşık olan trafiğinin, 2004 yılı için yapılan yatırımlar sonrasında iyileşme gösterdiğini ifade ediyorlar. Trafikte rahatlama getiren bir başka husus da, şehir içinde tek-çift plaka uygulaması. Bu uygulamaya riayet etmemenin cezası ise oldukça ağır, 150 Euro. Yine de hafta içi iş çıkışlarında trafik oldukça kalabalık olabiliyor. Şehir içinde İstanbul’daki kadar lüks arabalara rastlamadığımı da belirtmek isterim.
Ulaşımdan bahsetmişken Atina’da çalışan taksilerdeki farklılaşma konusunda sizi uyarmak istiyorum. Taksiler, üzerinde radyo kanalı işareti taşıyan ve taşımayan olmak üzere ikiye ayrılıyor. Radyo kanalı işareti taşıyan taksiler “telsiz taksi” olarak algılanıyor ve size maliyeti normalin iki katı. Şayet siz taksiye binerken bu işarete dikkat etmezseniz, taksici size bunu yolculuk süresince hatırlatmıyor ve fiyatı görünce şoke oluyorsunuz, tıpkı bizim olduğumuz gibi. Ayrıca, taksiye de her istediğiniz yerden rahatlıkla binemiyorsunuz. Taksiciler biraz keyfi hareket ediyorlar.
Ülkenin en önemli geçim kaynaklarından biri zeytincilik. Hem şehrin içinde hem de dışında yoğun miktarda zeytin ağaçları ile üzüm bağlarına rastlamanız mümkün. Şehir içinde dolaşırken dikkatinizi çekecek noktalardan biri de sokak aralarında görebileceğiniz portakal ağaçları. Şehrin içinde, dallarından portakal sarkan ağaçları sorduğumda, bu portakalların genellikle marmelat yapımında kullanıldığını, yemek için yetiştirilen portakalların ise ülkenin güney bölgesinde yer aldığını öğreniyorum.
Gezilecek Yerler
Şehrin gezilecek yerlerine geçmeden, öncelikle şunu belirtelim ki, Atina yaz mevsiminde, özellikle de Temmuz ve Ağustos aylarında gezmeye gelinecek bir şehir değil. Çünkü bu aylarda hava oldukça sıcak ve nemli. Burada konuştuğumuz kişiler Mayıs ve Eylül aylarının Atina’yı gezmek için en uygun zaman olduğu bilgisini bizimle paylaştılar.
Şehrin gezilmesi ve görülmesi gereken en önemli yeri olan Acropolis Atina’nın sembolü. Şehrin yüksek bir mevkiinde yer alan Acropolis, M.Ö. 5. Yüzyılda dış güçlerin saldırılarından korunmak amacıyla yapılmış ve etrafı surlarla çevrili durumda. “Acropolis”in kelime anlamı “yüksek şehir” demek zaten. Acropolis’in içinde üç önemli mabet bulunuyor. Bunlardan en önemlisi, güzellik tanrıçası Athena için M.Ö. 5. Yüzyılda yapılmış olan Parthenon tapınağı. Tamamı mermerden yapılmış olan bu tapınak, Acropolis’in en dikkat çekici eseri. Bu tapınak dışında, deniz tanrısı olarak bilinen Poseidon adına yapılan tapınak ile M.Ö. 5. Yüzyılda İranlılara karşı kazanılan zaferi simgeleyen “Athena Nike” tapınağı Acropolis’in en önemli eserleri arasında yer alıyor. Bir ayakkabı markası olan ve kelime anlamı “zafer” demek olan Nike’ın da ismini buradan aldığını öğreniyoruz. Yunanlılar Hıristiyanlığı seçtikten sonra bu tapınaklar kiliseye dönüştürülmüş. Atina’nın ve barışın sembolü olan zeytin dalının da mitolojik olarak ilk çıkış yerinin burası olduğunu öğreniyoruz.
Acropolis’in hemen alt kısmında Dionysus adı verilen büyük bir anfi tiyatro göze çarpıyor. M.Ö. 4. Yüzyılda yapılmış olan bu antik tiyatronun kapasitesi 5.000 kişi. Her yıl yaz aylarında burada çok ünlü sanatçılar mikrofonsuz olarak konserler veriyorlarmış, tıpkı Antalya’daki Aspendos antik tiyatrosunda olduğu gibi. Bu bölgede görülmesi gereken bir başka yer de, geçmişten bugüne kalan birçok eserin sergilendiği Acropolis Müzesi.
Acropolis, mevki olarak şehrin dört bir tarafını rahatlıkla seyredebileceğiniz ideal bir mekan. Şehri gezmeye buradan başlamanın avantajı, gidip görmek isteyebileceğiniz başka yerleri buradan rahatça tespit edebilmeniz. Buradan bakıldığında, Acropolis’in eteklerinde göze çarpan yerlerden bir tanesi de eski Agora kalıntıları. Eski dönemde Agora, insanların çeşitli amaçlarla bir araya geldikleri, ilmi tartışmalar yaptıkları bir yerleşim alanıymış. Sofokles ve Aristotales burada ders verirlermiş. Ancak bugün, bu bölgeye ilişkin eserlerden fazla bir şey kalmadığını söyleyebiliriz.
Şehrin içinde gezilebilecek çok sayıda Bizans tarzı kilise ve chapel var. Bu ibadet yerlerinin içinde çok yoğun resimlerin olması dikkat çekiyor. Şehir 400 yıl kadar Osmanlıların egemenliğinde kaldığı halde, şehrin içinde sadece birkaç tane Osmanlı eserine rastlayabiliyorsunuz. Onlara da ulaşmak o kadar kolay değil, bayağı araştırmanız gerekiyor. Bulabildiğimiz birkaç eserin tamamı harap olmuş veya müzeye çevrilmiş. Buraları görünce, Avrupa Birliği’nin kiliselerin restorasyonu için Türkiye’ye yaptığı baskılar aklıma geliyor. Biz onarıyoruz, onlar ise yok ediyor. Yorum sizin.
Şehrin gezilmesi gereken diğer bir bölgesi de “eski şehir” olarak nitelenen “Plaka”. Hemen hemen tüm alışveriş dükkanları ve restaurantlar bu bölgede toplanmış durumda. Plaka bölgesinin hemen sağ tarafındaki caddeyi gezerseniz burada boncukçu dükkanlarını görebilirsiniz. Genelde Atina’da, özelde Plaka’da alışveriş yaparken fiyatlara çok dikkat etmenizi öneririm. Aksi takdirde aldanabilirsiniz. Atina’nın çok özellikli ürünleri olmamakla birlikte, topraktan yapılmış tabaklar, vazolar, mermerden yapılmış statüler ve cam ürünleri dükkan tezgahlarında yaygın yet tutuyor. Doğrusunu isterseniz bunlardan hiç biri bana çok cazip gelmedi. Satılan ürünler arasında çok değişik tarzda şişeler içine doldurulmuş, içi süslü zeytinyağlar ve sabunlar da göze çarpıyor.
Şehrin içinde görülebilecek diğer önemli bir yapı da, 1896 yılında yapılmış olan ve ilk modern olimpiyatların gerçekleştirildiği eski Olimpiyat Stadı. Bu stadın 69.000 kişi aldığı söyleniyor. Eski dönemde ilk Olimpiyat oyunlarının yine Atina’da M.Ö. 5. Yüzyılda yapıldığını, Yunanlıların Hıristiyanlığı seçmeleri sonrasında ise Olimpiyat oyunlarına 1896 yılına kadar ara verildiğini öğreniyoruz.
Şehri gezerken hem Cumhurbaşkanı’nın yaşadığı köşkün hem de parlamento binasının önünde saat başı görev değişikliği yapan askerlerin geçit törenine şahitlik ediyoruz. Bu askerler, İstanbul’da Dolmabahçe’de nöbet bekleyen askerlerin tipik bir benzeri. Bizim askerlerimizden en önemli farkları giysileri. Özellikle altlarına giydikleri çoraplar, dizüstü bağları ile pomponlu ayakkabıları oldukça ilgi çekici.
Şehrin içinde dolaşılabilecek diğer yerler liman bölgeleri. Bu limanlardan Turkolimano ve Pasalimanı İstanbul’daki Fenerbahçe parkı çevresini hatırlatıyor. Genellikle zengin kişilerin ziyaret ettiği café ve lokantalar piyasa yapmak isteyen gençler için bulunmaz mekanlar. Bu bölgede yiyip içmenin maliyeti oldukça yüksek. Yemekten açılmışken, Yunanlıların yemek kültürünün bize çok benzediğini belirtelim. “Greek salad” çoban salatasının büyük dilimlenmiş şekli. Ayrıca, deniz ürünlerinin tadının da çok leziz olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Marketlerde “baklava”yı aynı adla bulabilir, patates piyazı, barbunya pilaki, musakka, imam bayıldı, haydari ve dolmaya hemen hemen her restaurantta ulaşabilirsiniz. Yunanlıların müzikleri ve geleneksel dansları da Türkiye’de yapılanlara oldukça benziyor. Bazı dansları izlerken kendinizi Türkiye’de hissedebilirsiniz.
Son Söz
Kısa süreli gezimin bende bıraktığı izlenim, Atina’nın iki günde rahatlıkla gezilip görülebilecek tipik bir Avrupa şehri olduğu. Şehrin merkezi civarında yer alan bazı tarihi kalıntılar dışında Atina’yı cazip kılacak pek bir özelliğe rastlayamadığımı söyleyebilirim. Doğru bir planlama ve uygun bir rehber seçimi ile siz de dediklerimin doğru olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Son söz olarak, Yunanlıların tavsiyesini sizinle paylaşmak istiyorum. Atina sıkıcı gelebilir, ama Yunan adaları asla. Rodos’u gezip görmüş birisi olarak bu söze kısmen katılıyor, gözlemlerimi Santorini ve Girit adalarını gezerek tamamlamayı ve sizlerle paylaşmayı ümit ediyorum. Yeni gezilerde görüşmek ve yepyeni bilgiler paylaşmak dileğiyle…
Mustafa Kemal YILMAZ
Temmuz 2005