Bir ürperti geçti bedenimden bu gece,
Masum, riyasız, saf ve temiz…
Ruhumu yaladı rüzgarın ıslak nefesi,
Solukları sık sık, soğuk ama içten.
Tüylerim diken diken oldu birden?
Yağmur taneleri pencereme dizilmiş inci tanesi,
Denizin dibindeki kadar parlak ve göz alıcı,
Herkes uykuda, bir ben uyanık.
Gözlerim cin olmuş, tavanla hasbihal ediyor.
Dışarıda azgın bir kedi viyaklaması,
Aylardan Mart diye düşünüyorum, gözucumda takvim.
Başucumda bir beyaz kağıt ve bir kalem,
“Bizi al”diye beklercesine sitemle nazar ediyor.
Belleğimde duygular savaşta,
Dansa kaldırmak istiyor sanki her biri beni.
”İlham yok bu gece” diyorum içimden,
Tango yapamam damsız.
Telefonuma bir mesaj geliyor.
Dışarıdan geçen ambulansın sireni kadar kuvvetli,
Heyecanlanıyorum…
Neden, ben de bilmiyorum.
Belki eski bir sevgili, belki de sadece bir dost?
Elim telefona uzanırken, parmaklarım titrek,
Eski yaşadığım gecelerimi düşünüyorum.
Sıcak, sımsıcak, duygu yüklü geceleri…
Şimdi kimsesiz, tek başına evdeyim,
Herkes dağılmış bir yerde.
Babam yok, annem yok, sevgilim…
Artık o da yok.
Herşey beni veya ben herşeyi terkettim.
Gülen yüzde şimdi acı bir tebessüm gölge oyunu oynuyor,
Karanlığı, karşı evde yanan cılız bir ışık aydınlatıyor.
Belki uçuş için yarına hazırlanan bir pilot,
Belkide hastaneye yetişecek yaşlı bir hasta.
Geceyi dinliyorum,
Gündüzleri yorgun, mışıl mışıl uyuyor.
Ölümle yarışan bir Ferrari’nin yırtık sesi bozuyor gecenin dinginliğini,
İmsak vakti girmiş, uzaktan gelen saba makamında ezan sesi.
Dokunaklı, sevecen, delici…
Yataktan kalkıyorum,
Biraz üşengeç, biraz mahçup, biraz riyâkâr…
Amacım rahmet denizinden bir damla yutkunmak,
Geceye gündüzü eş kılan Rabbime hasretle sarılıyorum,
Sanki yıllardır görmemişçesine…
O’nun kollarında yapabildiğim en saf ve bakir şeyi yapıyorum,
Ağlıyorum…
Mustafa Kemal Yılmaz